1 Şubat 2012 Çarşamba

Oğuz’un Annesi Çoook Yorgun… (Baby&You-Nisan 2011)

Sizlere ilk defa ‘Merhaba’ dediğim dergimizin Ağustos sayısında şöyle yazmıştım… ‘Ben bir anneyim. 10,5 aylık Minik Oğuz’un annesi… ‘Bebeğime en iyi ben bakarım’ diyen, zaman zaman evimizde yükselen tam zamanlı bir bakıcı/yardımcı şart sözlerine şiddetle karşı çıkan, yorgun, mutlu, bebeğinin her anını yaşama ayrıcalığını yakalamış, çok şanslı bir anneyim.’
Nisan 2011: Yorgun anne, artık çoook yorgun!

Minik Oğuz; tombiş bacaklı, normalden epey uzun boylu, (koltuğun tepesine çıkıp, kafa üstü inmeye çalışırken olmasa da) yürürken düşme konusunda oldukça temkinli bir bebek olunca, ancak 10 Şubat’tan beri ilk ciddi yürüyüşlerine başladı. 15 Mart’ta 18 ayı dolan oğlum; annesinin Dünya Kadınlar Günü’nü, ‘hadi Oğuz kalk bakalım, alkış alkış’ tezaruhatları olmadan kendi isteği ile yürümeye başlayarak kutladı. Uzun bir emekleme ve hep beraber yerlerde sürünme döneminin sonuna geldik diye Minik Oğuz’un annesi pek sevindi. Zira Oğuz, son zamanlarda çok sevdiği pusetinde bile uzun süre oturmaz olmuştu. Bu nedenle açık hava yürüyüşlerimiz, alışveriş merkezi gezilerimiz de yorucu olmaya başlamıştı.

Geçenlerde İstinye Park AVM’de pusetinde artık tutamadığım oğlumu Starbucks’ın yanındaki kısmen sakin koridora bıraktım. (Bizi alması için babamızı 1saat daha beklememiz gerekiyordu.) Oğuz bu işe bayıldı. Etraftakiler yerlerde hızla emekleyen bu tombişi görünce durup onu sevmeye başladılar. Anneanneler, dedeler ‘hadi hadi yürü tembel’ diye laf atıyor, ilgiden ve böyle geniş bir yerde, soğuk mermerler üzerinde emeklemekten gayet memnun olan oğlum, her geçene gülücükler atıyor, inanılmaz eğleniyordu. Derken karnı burnunda bir hamile geçti yanımızdan. Bir yerlerde sürünen Oğuz’a, bir de bana baktı dehşetle; ‘Sen nasıl bir annesin, pis yerlerde bebeğini süründürüyorsun’ der gibi… Gülümsedim, içimden ‘seni de göreceğiz, aslında göremeyeceğim muhtemelen ama beni hatırlarsın…’ dedim.

Bu arada hastalıklar ve çıkmaya çalışan, ama bir türlü o sevimli damağı yarıp da çıkamayan azılar nedeni ile çok gururlandığımız gece uyku disiplinimiz de bozuldu. Bu da yetmezmiş gibi erkenden doğmaya başlayan güneş, kalın kalın perdelere rağmen odayı aydınlatmaya başladı. Sabah 6:00-6:30 gibi Minik Oğuz güne başlar oldu. Annesi çocukluğunda da sezmezdi erken kalkmayı, öğrenciliğinde de, çalışırken de. Otobüslerde uyuklar, vapurlarda uyuklar, son durak diyen muavinlerin dalga konusu olurdu. (Yolculardan bir Allah’ın kulu da tekne Üsküdar sahiline varınca uyandırmayı düşünmezdi…) Çalışırken de kahvesini içmeden başlayamazdı güne. Hala başlayamıyor.

Televizyon bebekler ve çocukların sosyal ve zihinsel gelişimi için zararlı, biliyorum. (Zaten hiçbir zaman devamlı arka planda TV açık bir hayatımız olmadı, Oğuz’dan önce de, sonra da.) Zira son aylarda sabahları kendimi toparlayana kadar ya da alt değiştirirken eğitim DVD’lerini açmak zorunda kalıyorum. Aksi takdirde Oğuz önde, ben arkada, bezin yarısı açık, popoda kakalar koşturuyoruz salonun ortasında. (Oğuz buna bayılıyor.) Ve sabah 6:30… Oğuz tüm enerjisi ile oyuna hazır. Annesi ise çoook yorgun.

Artık bebeğinin her anını yaşama ayrıcalığını yaşayan, çok şanslı bu annenin kafasında başka sorular var:
Part-time, proje bazlı bir şeyler yapsam?.. Ama;
- 2,5 yıl önce İstanbul’a döndüğümüzde proje bazlı ya da part time iş imkanlarını araştırırken, sizin emeğiniz ile para kazanıp, size sanki bir hobi imkanı vermiş olmanın dayanılmaz hafifliği ile ücret ödemeyen, memleketimin mutlu işverenlerinin ne kadar çok olduğunu;
- Polonya’da yaşarken de yurdumun pek büyük, pek sorumlu şirketlerine danışmanlık yaparken işi layığı ile teslim edip karşılığını alma zamanı gelince, ödemenin ne kadar zor çıktığını görmüş biriyim.
Kitabımı yazmalıyım.
Gezi yazılarımı tamamlamalıyım.
Fotoğraf çekmeliyim.
Uyumalıyım.
Hala veremediğim doğum kilolarımı vermeliyim. Spor yapmalıyım.
Eşime destek olmalıyım.
Uyumalıyım.
Evi hep temiz, düzenli ve Oğuz için güvenli tutmalıyım.
Oğuz’u her gün dışarıya çıkartmalıyım. Giyinip soyunmaktan nefret eden ve bu işlemi bir meydan muharebesi haline getiren adı gibi güçlü oğlumu değiştirirken, giydirirken, yıkarken yorgunluktan bayılacak hale gelmemeliyim. Dışarıya çıktığımızda adım atacak hal bulabilmeliyim.
Uyumalıyım.
Oğlum tezgahları, askıdaki kıyafetleri dağıtmadan alışveriş yapabilmeliyim.
Üstüme başıma bakmalı, 1,5 yıldır bütünleştiğim eşofmanlarımdan ara sıra da olsa kurtulmalıyım.
Oğuz’a kardeş???...
Sinemaya gitmeliyim. (En son 4,5 aylık hamileyken gitmiştim.)

Peki ya çözüm?..
14 aylık oluncaya kadar Oğuz’u bir-iki saat dışında anneanne ve dede dışında kimseye bırakmadık. Onlar da şehir dışındalar. 2 yıldan beri evimize haftada bir temizliğe gelen yardımcımızı Oğuz’dan sonra haftada iki, arada sırada da 3 kez almaya başladık. Baktık Oğuz ile araları çok iyi, evin karşısındaki spor merkezine gittiğimde 1 saat bırakmaya başladım. Oğuz (aslında pek çok bebek gibi) bir saniye arkanızı dönmeye fırsat vermeyen bir çocuk. Baktık gördük yardımcımız da bu konuda bizim hassasiyetlerimiz çerçevesinde hareket ediyor, bir kahve içmeye evin karşısındaki kafeye gider olduk. (…ve bu gidişler bana tatil gibi gelmeye başladı.)

Yardımcımızın günlerini arttırmaya çalışırken kendisinden bir teklif geldi. ‘Aylıklı almayı düşünmez misiniz?’ Atladık teklifin üstüne, Türkiye’ye döndüğümüz 2,5 yıldan beri evimize gelen 7. bayandı ve iki yıldır bizimleydi. Oldukça da cömert bir teklif yaptık. Kabul etti. İki gün sonra artı yol parası, artı sonsuza kadar onu bırakmayacağımıza dair güvence, artı aylarca da tatile gitsek tam maaş vs vs istedi. Kabul ettik, güvence konusunda ‘yarının ne getireceğini bilemeyiz, seninle uzun vadeli çalışmayı istiyoruz, hesapta olmayan bir değişiklik olursa da seni madur etmeyiz kesinlikle’ dedik. Kabul etti. 3 gün sonra vazgeçti; sözünden dönmüş olmanın ve bizi aylardır ‘size ek gün ayıracağım’ diye oyalıyor olmanın mahçubiyetini hiç mi hiç yaşamayarak.

Arkadaşlarımla konuşuyorum. Bakıcıları / yardımcıları için şunları söylüyorlar. ‘İşten geldiğimde 5 dakika bile dayanamıyorum yüzünü görmeye’ ‘Ebru, sen şımartıyorsun, sen ne kadar iyi davranırsan o kadar çıkıyorlar tepene.’ ‘Biraz pis bir kadın ama güvenilir.’ ‘Zaten çocuklara verecek, öğretecek bir şeyi yok, anaokulu zamanı gelinceye kadar idare ediyoruz.’
Aklımdan hiç çıkmıyor Prof.Norma Razon’un söyledikleri ‘0-3 yaş, sihirli yıllar. Telafisi olmayan yıllar…’ Çocuklarımız kimlerin elinde?.. ‘Ben bunu yapmayacağım’ dedim. Sözünden dönen bir insan olmadım hiçbir zaman. Oğluma daha onu doğurmadan önce bir söz verdim: Sana ben bakacağım!..

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Herşey + Herşey + Herşey

Not: Stokke Xplory pusetlerin kendi ana kucağı yok demiştim geçen ayki yazımda. Son gelişme: En sonunda Stokke da İsofixli ana kucağını piyasaya sürdü. Nest ve Joker mağazalarında bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok: