1 Şubat 2012 Çarşamba

Merhaba (Baby&You - Ağustos 2010)

Pusula

Merhaba,

Ben kimim?
Ben bir anneyim. 10,5 aylık minik Oğuz’un annesi… ‘Bebeğime en iyi ben bakarım’ diyen, zaman zaman evimizde yükselen tam zamanlı bir bakıcı/yardımcı şart sözlerine şiddetle karşı çıkan, yorgun, mutlu, bebeğinin her anını yaşama ayrıcalığını yakalamış, çok şanslı bir anneyim.

Ben bir eşim… 8 yılı doldurmak üzere olduğumuz evliliğimizin ilk yılında eşimin kariyer hedefleri doğrultusunda, daha yeni evinin tüm kolilerini açmadan yurtdışı yollarına düşmüş, o hiç açılmadık kolileri sonraki 6 yıl boyunca o ülkeden o ülkeye taşımış olan biriyim. Haftada 6 gün yorulmadan, yorulsa da pek fazla şikayet etmeden çalışan; hırslı, sıklıkla ‘çalışmak için yaşamak’ ve ‘yaşamak için çalışmak’ kavramlarını karıştıran bir insanın aynadaki aksinin yavaş yavaş değişmekte olduğunu yıllarla gören bir insanım. Hayatı bir tıra yüklemiş, kaygıları yüreğinde yurtdışı yollarında bir eşim.

Her ne kadar eşi tarafından sürekli rahatına düşkünlüğü ile itham edilse de (sonuçta öyle de bir oğlan doğurmuş) rahat batıp tek başına kendi işini yurtdışında yapmış, bu uğurda donma tehlikesi bile atlatmış bir danışmanım.

Ben bir teyzeyim… Minik Oğuz doğana kadar çoğu evli ve çocuklu arkadaşlarımın çocuk odaklı sohbetlerinde hiç mi hiç sıkılmayan, çünkü şu an 9 yaşındaki yeğenim Bengisu’nun hem onun deyimi ile ‘uzman teyzesi’ hem de (umarım) arkadaşıyım…

Tam anlamı ile bir gezi severim. Gittiğim yerleri, layığı ile önceden araştıran, sıkıca çalışılmış ‘mutlaka görülmesi gerekenler’, ‘görülmesi iyi olanlar’ diye iki liste, gezilen yeri anlatan ciddi bir kitap, iki fotoğraf makinası ve bir kamera ile gezen, (minik Oğuz’a hamile kalıncaya kadar) iflah olmaz bir gezi severim.

Ben bir fotoğrafçıyım. Gezdiğim her yeri, ard arda koyduğunuzda konuşarak, yazarak anlatmaya gerek kalmayacak ayrıntıda fotoğraflayan, eskiden sırtında kamera çantası omuzları tutulan; şimdi pek de minik olmayan oğlumu taşımaktan ve emzirmekten sırtı tutulan bir fotoğrafçıyım. Şimdi o yüzlerce kare yan yana geldiğinde bir minik mucize hikayesi, bir ‘canımın içi, yüreğimin eskiden sırf babasının olan sağ köşesi’ bir minik Oğuz hikayesi…

Ben 8 yıllık evli, yaklaşık 5 yılı Varşova ve Cenevre’de geçmiş, 5 yıl boyunca İstanbul’u her daim pek bir hevesle özlemiş, gittiği yerleri de bir o kadar benimsemiş, içselleştirmiş; 2 yıl önce yine yeniden eşinin kariyerini destek programı çerçevesinde İstanbul’a gelmiş, o çok sevdiği İstanbul onu bu sefer pek bir yormuş; ama oğluna İstanbul’da hamile kalmış, onu İstanbul’da, kendi toprağında doğurmuş, göbek bağını hala bir yere gömecek kadar bağlanamamış bir anneyim. Bunca bebek, bunca bebek sevgisi, bunca genç, dinamik bir nüfusa sahip ülkemin maalesef pek de ‘bebek dostu’ bir yaşam sunmadığını yüreği burkularak yaşayan bir anneyim.

Zor bir hamilelikten sonra hayat minik Oğuz’un ağlaması ile başladı bizim için. O bağıra bağıra ağlayarak geldiği dünyada ona çok iyi bakalım ve ona layık olalım diye başladık biz anne-babalık maceramıza. Biz birbirimizin pusulasıyız derken, oğlumuz pusulamız oldu.

Bu macerayı sizlerle de paylaşmak istedik… Her ay, minik Oğuz ile değişen, güzelleşen hayatımızda edindiğimiz deneyimleri, araştırmalarımızı, anılarımızı sizlerle de paylaşmak istedik. Merhaba tüm anne ve baba adayları, merhaba tüm anne ve babalar ve minik bebekleri…

Önümüzdeki ay şu an için gündemimizin en önemli başlığı olan uyku konusu ile buluşmak üzere… Yine her ay minik Oğuz’un maceraları ile beraber hayatımızı kolaylaştıran fonksiyonel çözümler bulacaksınız bu köşede.

Dileriz bu köşe de sizlerin pusulası olsun.

Bizimle paylaşmak istediğiniz anılarınız, bu köşede okumak istediğiniz öncelikli konular ve sorularınız için e-postalarınızı bekliyoruz.


Minik Oğuz doğunca ne değişti? Herşey + yaşlanmak anlamlı hale geldi…

Hiç yorum yok: