1 Şubat 2012 Çarşamba

Oğuz ile Deniz Tatilindeyiz 2 (Baby&You - Ağustos 2011)

Rixos Premium Belek Tatil Köyü’ndeyiz... İsviçre’de aynı mahallede yaşadığımız, geç tanışıp çabuk ayrıldığımız, çok sevdiğimiz bir aile ile beraber. Onların iki çocuğu var; yakında 3 yaşını dolduracak olan Defne ve 4 aylık Minik Damla. Çocuksuz yaptığımız tatillerden çok farklı;, ama yine bol kahkahalı bu tatilde de çok eğlendik, az dinlendik...

Tatil...
Oğuz’dan önce: Erken kalkıp kahvaltıdan önce sabah denizini kaçırmamalı (nasıl olsa bütün gün sahilde yatılıp, uyunacak); sahilde saatlerce kitap okumalı; güneşlenmeli (gölge altında); tavla oynamalı; akşam sahili geç terketmeli (akşam denizini kaçırmamalı); sahilde uzun yürüyüşler yapmalı; varsa aquaparka gidip deliler gibi kaymalı; akşam yemeklerine güzelce süslenip gitmeli; açık büfeden salına salına yemekleri seçip, uzun sohbetler eşliğinde yemek yemeli; en sakin, en güzel alakart restorantlardan rezervasyon yapmalı; sahilde, yemekte çocuklu ailelerden uzak durmalı; masaya yaklaşan kedi olursa ‘pist, pist’ diye kovalamalı; yatmadan önce sahilde yürüyüş yapmalı, şezlonglarda yatıp kayan yıldızları seyretmeli, deliksiz bir uyku çekmeli...
Oğuz’dan sonra:
Sabah Oğuz uyanmadan kalkmamalı (zaten kalkacak halimiz de yok);
Birimiz Oğuz’u hazırlarken diğerimiz çabucak kahvaltıya inip , gölge bir masa ve mama sandalyesi kapmalı ve kahvaltısını yapmalı (ki diğeri kahvaltısını yaparken Oğuz’un yere fırlattığı oyuncakları, mamaları toplayıp dursun);
Oğuz öğlen uykusunu uyurken sahilde kitap okumalı (Çocuksuz hayatımızın tutkusu tavla için enerjimiz yok zira, son enerjimiz Oğuz’un duşu ve giyinme mücadelesi sırasında bitti. Öğlen yemeğine gidecek halimiz ise hiç yok, sahile gelen biftekli sandviç ve ayran şahane.);
Oğuz’u götüreceğimiz yunus balığı şovu için aquaparka gidiyoruz, daha doğrusu sadece içinden geçiyoruz (Kaydıraklar çook yüksek; şimdi sakatlanırız, fıtık falan oluruz, zaten ikimizin de sırtı ağrıyor, ne lüzum var?..);
Akşam yemeğine geç kalmamalı... Büfeye yakın masa, mama sandalyesi ayarlanmalı. Oğuz’a uygun bir tabak hazırlanacak, o önündekileri vıcık vıcık mıncıklarken, şansımız varsa Defne ile oyalanırken ve yeni yıkanmış saçlarına balıkları bulaştırırken alel acele büfeden ne aldıysak atıştırıp, 20:30’da amfitiyatrodaki çocuk dansına yetişmeliyiz. Mümkünse çocuklu bir ailenin yanına oturmalı. O çocuk da ağlıyor, mızmızlanıyor, bağırıyorsa kendimizi iyi hissederiz (sadece biz değiliz diye), daha az dikkat çekeriz. Uslu uslu oturup yemeğini yiyorsa ‘Oğuz, bak kardeş ne güzel yiyor’ diye Oğuz’u motive ederiz. Allah’ım bir pisi pisi gelse, bütün yemekte ayağımızın dibinde dolansa da Oğuz onunla oyalanırken rahat rahat yemek yesek. ‘Pisi pisi, lütfen kaçma, sana ihtiyacımız var ailecek!’

Oğuz’un uyku saatleri epey geçe kaydı. Odaya gitmeden pusette uyumalı, sonra yatağına alırız. Gece hayatına iyice alışan ve deyim yerindeyse ‘özgürlüğünü ilan eden’ oğlum, yorgunluktan ve hareketten çökmüş göz altlarına, esnemekten ayrılan tatlı dudaklarına rağmen bir türlü günü kapamak istemiyor. Sahilde sessizlikte ve karanlıkta Oğuz’u uyutmalı... Oğuz’un göz kapakları artık direnemiyor. Bir bitki çayı içmeye halimiz kaldı ise şanslıyız ya da hemen odaya... Sahilde romantizme zaman ayıramayacak kadar yorgunuz zira.

Oğuz’un tatil ilkleri:
Oğuz ilk defa tramboline (ve ben de) ve jetonlu arabalara, uçaklara bindi. Süper anne, Sevgili Evrim Teyze’si ile trambolin üstünde çok keyifli dakikalar geçirdi.
Defne ile ilk dansını yaptı.
İlk defa çitlenbik bir Kazak kızı ‘Melek’ tarafından öpülmüştü daha önce. Pek de yüz vermemişti, ne yalan söyleyelim. İlk defa kendisi bir kızın yanağına öpücük kondurdu; güzeller güzeli Defne’nin.
Minik Oğuz hayatında ilk defa bebek sevdi: Kendi bebekliği gibi tombilik ve pek sevimli bir bebek olan Damla’yı, sanki kendi çoook ama çoook büyümüş gibi, ‘bebe’ diyerek ve de pek komik bularak...
İlk dondurmasını tattı: Mövenpick Swiss Chocolate. (Annesi için bir dondurmanın çok ötesinde, İsviçre demek olan bir tattı ve annesi bütün hamileliği boyunca bu dondurmaya aş ermişti.)
İlk defa belgeseller ve Baby Einstein DVD’leri dışında yunus balığı, beyaz balina ve fok gördü. En önden katıldığı bu şovda yunuslar 1 metre önünde zıplayıp her tarafa (ve Oğuz’un üstüne de) su şaçınca korkar gibi oldu; daha doğrusu önce çığlığı, sonra da alkışı bastı. Son derece ciddiyetle izledi şovu, alkışlarını dev balıklardan hiç eksik etmedi. (İtiraf etmeliyim ki etrafımızdan ayrılmayan bir karasinek bir ara daha çok ilgisini çekti.) Gerçekten şovu çok beğendiğini ve onda iz bıraktığını eve döndükten sonra fark ettik. Tatilden önce ona Fisher Price’ın yunusbalığı şeklinde, oturup ayakları ile yürütebileceği bir oyuncak almıştık. Pek ilgilenmemişti açıkcası, daha da doğrusu üstüne bile binmedi. Eve döndükten sonra hala üzerine çıkmasa da hergün yanına gidip, coşkuyla yunusların nasıl zıpladığının taklidini yapmaya başladı, biz hiç sormadan ve hiç göstermeden.
Annesinin doğumgününde gittiğimiz balık lokantasında tezgahta buzun üzerinde açık olarak sergilenen balıkları, hala kımıl kımıl kımıldayan istakozu ve yengeci çok sevdi. Garsonları da sevimliliği ile fethedince ‘mama, mamaaaa’ diyerek çiğ balıklarla mıncık mıncık oynamasına hiç ses çıkarmadılar. Balık kokusu sanki ertesi günkü banyodan sonra bile ellerindeydi.
Oğuz ilk defa elma, daha doğrusu ‘emmmaaa’ dedi ve o gün bugündür tüm meyvaların adı inatla ‘emmmaaa’ oldu.



Beraber tatile çıkılacak arkadaş grubu seçimi
Kesinlikle hem kendilerini, hem de çocuklarını çok çok sevdiğiniz insanlar ile tatile çıkın. Çocuklara karşı davranış, disiplin ve çocuklar ile eğlence konusunda ortak veya yakın bir dilinizin olması, çocukların (hangi yaşta olursa olsun) anlaşabiliyor olması çok önemli. Biz bu açıdan çok şanslı idik. Örneğin çok sevdiğimiz başka bir aile var. Çocukları sürekli Oğuz’un oyuncaklarını alıp, ‘defol git’ deyip duruyor ve aile bunu çok komik bulduğu için durum hiç değişmiyor. Benim ‘cool’ ve alt, üst değiştirme konusu haricinde agresiflikten son derece uzak oğlum, durumu kabulenip başka bir tarafa gidip kendisine başka bir oyun buluyor. Ama bu durum bir tatil boyu devam edecek olsa hiç hoş olmazdı eminim.

Kıssadan hisse
Sahilde aile odalarında kalanlar için ayrılmış bölümde geçirdik vaktimizi genellikle. 3 çocuk: Oğuz, Defne ve Damla... Biri uyur, diğeri uyanır, çocuklar da nedense ağlayarak uyanır. Oğuz üstünü değiştirirken bir savaş mücadelesi verir. Defne’nin çişi gelir, Oğuz’un kakası taşar, Damlacık bu gürültüden uyanır. Nedendir bilmem balayına çıkmış genç çift hemen bizim yanımızdaki şezlonglarda düğün yorgunluğunu üstlerinden atmaya çalışır. (Bu arada takılan altınların hesabını yapar. Ama hesap şaşar, bizim gürültümüzde ne hesap tutar, ne de keyifli bir sahil uykusu planı işler.) Yan gözle bize bakarlar. Gözlerinde dehşet. ‘Bir çocuk altı değiştirmek, bir çocuğu giydirmek bu kadar mı zordur?!’ diye...
‘Kusura bakmayın, çok yanlış mekan seçmişsiniz dinlenmek için. Bizim yanımızda dinlenmek mümkün değil...’ diyorum, sevimli olmaya çalışarak. Adam ‘Olsun canım, çocuk işte...’ diyor kibarca. ‘Siz bu tatilden sonra epey bir zaman bizim yüzümüzden çocuk istemezsiniz herhalde’ diyorum gülerek. Adam da gülüyor sevimli sevimli. Sonra çiçeği burnunda geline ‘Biz de seneye yaparız herhalde bebek, değil mi?’ diyor. Kız gayet kararlı bir tavırla cevap veriyor: ‘Seneye mi? Kesinlikle olmaz!’ Anlaşılıyor ki evlenmeden önce, bizim yanımıza oturana kadar pek konuşmamışlar çocuk konusunu. Adamda bir hayal kırıklığı, ‘ama canım bak ne kadar tatlılar...’ falan gibi birşey söylüyor. Bakıyoruz ortalık kızışıyor, genç çifti yalnız bırakıp çocuklarla hemen denize...

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + tatilin tanımı

Hiç yorum yok: