1 Şubat 2012 Çarşamba

Kocaman Minik Oğlum...(Baby&You - Ekim 2011)

Oğuz, 2 yaşını doldurdu 15 Eylül’de... 2 gün öncesinde de hayatının ilk ve inşallah son ameliyatını oldu.
Doktoru ‘Çok büyüdü Oğuz, daha fazla geciktirmeye lüzum yok ameliyatı.’ dedi... İçimi burktu... ‘Bizim için o hala çok küçük...’ diyebildim ancak. ‘Basit bir ameliyat, her gün yapıyoruz.’ dedi. İçimi burktu... Oğlumu uyutacaklar, bir atel ile kolundaki kanı yukarı çekecekler, o tombul baş parmağı kesecekler... ‘Tertemiz, kansız bir işlem olacak, mikroskop altında sinirleri kenara çekeceğiz, sonra parmağı rahatsız eden, hareketini engelleyen nodülü alacağız.’ dedi. İçimi burktu... ‘Ya çekemezse, ya öyleyse, ya böyleyse...?...’

Anladım ki o benim hala Minik Oğlum, askere de gitse, kendi minik yavruları da olsa, bir gün başkan da olsa, o benim her zaman Minik Oğlum!

Oğuz ameliyathanede, biz bekleme odasında... Hatırladım da...
19 Eylül 2009 sabahı... Uzun mu uzun bir gece sonrası... Oğuz emememiş, gaz sancıları kesilmemiş. Evindeki ilk sabahı. Babamız, anneannemiz ve dedemiz, odalarında yorgunluktan sızmışlar. Oğuz ile salondayız. Camın kenarında, Oğuz’un hala çok sevdiği ve başkası oturunca gidip gidip üzerinden kaldırdığı ve çok büyük bir iş yapmanın edası ve gururu ile üstüne çıkıp (daha doğrusu tırmanıp) oturduğu koltuktayız. Tepemizde eşimin AFS ailesi Toni babaannesinin ve Michael dedesinin hediyesi, bir rüzgar çanı; Oğuz’un deyimi ile çın çın... Kollarımda Oğuz, diğer elimle çın çını sallıyorum. Güneş sanki tam üzerimize doğuyor... Minik Oğuz hala tutkun olduğu müziğe döndürüyor başını, gözlerini açmaya çalışıyor, alnını kırıştıra kırıştıra. Annesinin karnındaki karanlığı hala özler, ama bu aydınlığı da onca yorgunluğuna rağmen keşfetmek ister gibi. Şimdi yeşil-mavi, o zaman gri-mavi gözlerini aralamaya çalışıyor, ne büyük bir gayretle!.. Oğlumun dünyaya ilk meraklı bakışı... Dirseğime kadar ancak boyu. Emememekten cılızlaşan vücudu 3,060 gr. Kokusu cennet... Henüz ‘uzman anne’ sıfatını alamamış annesi, sabahın köründe bezini değiştirirken temiz bezi sadece tek yanından cırt cırtladığı için badisi ve tulumu çiş içinde kalmış 1 saat önce. Yıkayamadan sadece ıslak mendillerle silmiş, değiştirmişti annesi üstünü... (Bu kaza bile oğlumun cennet kokusunu gölgede bırakamamış demek.)
Bir daha görsem yeşil-mavi gözlerini açıp bana baktığını...

50 dakika oldu, doktoru 30 dakika dememiş miydi?.. Hala bekliyoruz...
‘Anlatıyorum babamıza; hani Belçika’dan 1,5 yıl önce çok büyük bir hevesle aldığın el ayak izi çıkartma hamuru vardı ya...
... hani sonra Türkiye’de de aynısının olduğunu üzülerek fark etmiştin... En sonunda dün çıkarttım ortaya...’
Her gelen günün telaşı içinde bir sonraki güne bırakmıştı annesi bu işi de. Artık 2. doğum gününü kutlamadan yapalım bari diyerek, kim bilir belki de ameliyat gününden bir gün önce güzel bir anı bırakma telaşı ile. Minik oğlumun tombul ayağı hamurun iki katı kadar olmuştu nerdeyse. Annesinin içi burkuldu, onca zaman bu işi ertelediği için, o tombul ayağın minicik olduğu zamanlar geride kaldığı için, daha erteleyip kaçırdığı neler var bilemediği için. (İki yıldır su gibi akıp geçen zaman şimdi bir türlü geçmediği için.)
Tek tek parmak izi çıkartalım bari... Ne mümkün! Oyun hamuruna bayılan oğlum bu hamura dokunmak bile istemiyor. Sonrasında tombul ayaklarını öptürmek için uzatınca, biraz olsun içim rahatlıyor; o hala benim minik oğlum, o kadar da büyümemiş işte...

Ne şanslı bir anne-babayız; bekledik ve sağ sağlim aldık minik oğlumuzu kucağımıza. Ne şanslı bir anne-babayız; operasyonun ertesi günü doğum günümüzün planlarını yaptık, Oğuz’a elindeki kalın sargıyı unutturmak için türlü türlü meşgaleler, oyunlar hazırladık.

Oğuz’un doğum günü
Geçen seneki doğum günü yazımızı okuyanlar bilir; biz ailecek gösterişli, büyük doğum günü partilerini pek sevmiyoruz. Geçen seneden edindiğimiz deneyim ile Oğuz’u, uyku saatinden önce maksimum eğlendirebilmek için bu yıl biraz daha erken bir saate aldık doğum günü partimizi. (Zira hafta içi olduğu için akşamüstü 6’dan önce başlamak zaten mümkün değildi.) Oğuz’u yormadan, aperatiflerden oluşan hızlı bir akşam yemeğinden sonra, pasta ve hediye faslına geçtik.

Oğuz çok ama çoook eğlendi...
Çok düşündük babası ile doğum günü pastası nasıl olsun diye. Sonunda pasta kataloğundan Oğuz’a seçtirelim kendi pastasını dedik. Balık, araba ve çuf çuf ile ilgilendi tahmin edileceği üzere... Arabalı pastası (inşallah) bir gün nasıl olsa olacak; ama ileriki yıllarda doğal olarak çuf çuflara ilgisi azalır; bu yıl hala biraz ‘bebek bebek’ olsun doğum günü pastası dedik ve çuf çufu seçtik. Pastayı görür görmez; ‘tien’ (tren) deyiverdi, benim Kocaman Minik Oğlum. Defalarca doğum günü pastasının mumunu yaktırıp, yaktırıp üfledi. (hüf hüf, hüf hüf...) Elinin sargısını falan unutup kesilmesini bile beklemeden yemeğe başladı pastasını. (Pastanın vazgeçilmez ismi Pelit yine çok başarılı idi.)
Kuzeni Bengisu Ablası (kendi deyimi ile Adu’su) ile çılgınlar gibi dans etti, şarkılar söyledi. Annesini dansa kaldırıp, tango bile yaptı. (Oğuz babasının son seyahatinde Arjantin’den getirdiği tango DVD’sini izledikten sonra tam bir tango hayranı oldu...)

Sıra hediyelere gelince, ‘a-aaa, a-aaa’ diye son zamanlarda pek bir sevdiği şaşırma edası ile hepsini tek tek kendi açtı. Bengisu Ablası’nın kendisi için hazırladığı tek kelime ile muhteşem sunumu televizyonda izledi. Oturdu eniştesi ve babasının ortasına; sanki ‘Ben de sizden biriyim, kocaman, ciddi bir adamım.’ der gibi. Daha iki gün önce ameliyattan çıkıp, tam iki saat katılır gibi kollarımızda ağlayan minik oğlan kendisi değil gibi. 2 saatin sonunda ağlamaktan yorulup ‘ve(r) ve(r)’, ‘ve(r) ve(r)’ diye babasının aldığı helikoptere sargılı elleri ile uzanmaya çalışan o değilmiş gibi. Sanki gerçekten de kocaman bir adam olmuş gibi...

Benim Kocaman Minik Oğlum; iyi ki doğdun, iyi ki bizim oğlumuz oldun!


Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + annelerin gözünde çocukları hiç büyümüyormuş, anladım!


Tetik parmak Nedir?
Tıp dilinde stenozan tenosinovit olarak da bilinen tetik parmak (trigger finger, trigger thumb) elde parmakların bükülmesini sağlayan tendonların ve onların belli noktalarda altından geçtikleri köprülerin (pulley) rahatsızlığıdır.
Tendonlar önkol kaslarından başlayıp parmaklara kadar devam eden uzun bir ip şeklindedir. Pulleyler ise tendonların belli noktalarda altlarından geçtikleri ve tendonun hareket düzenini sağlayan yapılardır. Bu pulleyler tendonu kemiğe yaklaştırır. Tendonların etrafında tüneller içinde rahat kaymasını sağlayan ince bir yapı vardır (tenosinovyum).

Parmağın tabanında mevcut olan pulleyin kalınlaşması, bazen de tendon kılıfında meydana gelen şişliklerden dolayı parmağın hareketleri sırasında takılma ve ağrı olmasına tetik parmak denir. Bu problem başladıktan sonra parmağın kullanılması genellikle buradaki yapıların daha fazla şişmesine yol açarak tablonun ağırlaşmasına neden olur. Bazen tam takılma ve parmak kilitlenmeleri oluşabilir.
Kaynak: http://www.elcerrahi.com/hasta-bilgilendirme/33-tetik-parmak.html

Hiç yorum yok: