1 Şubat 2012 Çarşamba

Oğuz’a okul arıyoruz...1 (Baby&You - Kasım 2011)

Oğuz, 2 yaşını doldurdu... Bu yıl, en azından haftanın birkaç saati gönderebileceğimiz bir yuva; seneye için de tam gün gidebileceği ‘okul öncesi’ araştırmalarımız başladı. Sonunda 3 yaş sonrası için içimize sinen bir okula kaydımızı yaptırdık. Bu süreçteki araştırmalarımızı ve deneyimlerimizi sizlerle paylaşmak istedik.

Okuldan neler bekliyorum?
• Oğuz için güvenli bir ortamı olsun istiyorum. (Bunu devletimin tüm okullarda koşulsuz şartsız sağlamış olması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda denetimler yapmasını ve yaptırımlar uygulamasını bekliyorum. )
• Makul sayıda bir sınıf mecvudu bekliyorum. Bu sayı İsviçre’de özel bir kreşte 2 çocuğa 1 öğretmen şeklinde. Aylık ücretleri de İstanbul’daki okullardan düşük. Araştırmalarımız sonucunda gördüm ki 12 kişilik bir sınıf, İstanbul’un çok ünlü okulları arasında oldukça iyi bir sınıf mevcuduymuş.)
• Her sınıfta çocuk eğitimi konusunda yetkin 2 öğretmen olsun istiyorum.
• Çocuklara sevgi ve saygı ile yaklaşılsın istiyorum.
• Okul gezileri olsun istiyorum. Oğuz, farklı ortamlara girip çıksın, farklı gözlemleri olsun, doğa gezileri olsun istiyorum.
• Düzenli bir sınıf ve bahçe ortamı olsun istiyorum.
• Düzeni, temizliği, başkalarına saygıyı, kurallara uyumu, düşünmeyi öğreten, ayakları yere basan, yetenekleri, ortaya çıkartma ve geliştirme fırsatı tanıyan, araştırmaya, uygulamaya olanak sağlayan... bir eğitim sistemi olsun istiyorum.

Nelerle karşılaştık?
Son derece kibar, donanımlı olduğu her halinden belli okul müdüranımı anlatıyor. Büyük bir orman içinde yuvaları, muhteşem güzel bir kampüs... Lisenin her türlü binasını, spor salonunu kullanma, kısacası tüm imkanlarından faydalanma hakları varmış. Sonra ekliyor müdüranım; ‘...ama özellikle 3 yaş grubu çocuklar, kendi ortamlarında olduklarında daha rahat oluyorlar, kendilerini daha güvende hissediyorlar. Zaten yuvamızın önünde oyun parkımız da var. Sağnak yağmur olmadığı müddetçe, her hava koşulunda mutlaka bahçeye çıkıyorlar...’
Yani... genellikle gezilere gitmiyorlar!
Yuvanın tek artısı olan kampüsün tesislerine müzik, spor dersleri için de genellikle gitmiyorlar.
Haftada 1 gün, 1 saat dışarıdan müzik öğretmeni geliyormuş. Zaten pek de ayrı olduğu düşünülemeyen 2 sınıf, bu arada birleştiriliyormuş. 1 saatte bu kadar kalabalık bir sınıfta ve hele ki dışarıdan gelen ve çocuğu tanıma fırsatı olma imkanı olmayacak bir öğretmenden ne alabilir çocuklar? Peki ya benim çocuğum bir müzik dehası ise? Zaten özel bir yetenekleri varsa bunun fark edilmesi için çocuklar çok küçükmüş, ilkokula başlayınca ayrı müzik dersleri zaten olacakmış. ‘Zaten 3-4 yaşta olabilecek müzik eğitimi, spor belli...’ imiş!
(Eminim bugün kimse Chopin’i tanıyor olmazdı; eğer Chopin, küçük çocukların müzik dersinde, el ele tutuşup şarkı mırıldanıp dönmesi ve Kutu Kutu Pense’nin ötesine geçmeleri konusunda hiçbir vizyonu olmayan bir eğitim anlayışına veya anneye sahip olsaydı. Chopin’in dehası keşfedildiğinde bir okul öncesi çocuğu idi...)
Spor da aynı şekilde belki de kendisinin sporla hiçbir ilgisi olmayan öğretmenler tarafından yaptırılıyormuş. Yani spor saatinin de bahçede oyun saatinden herhangi bir farkı kalmıyor.

Yuva, 3 yaştan itibaren çocuk kabul ediyor. Türkçe eğitim veriyor. 2 sınıfları var. İki sınıf aradan bölmeli, herkes her an birbirinin sınıfına geçebiliyor. Bir sınıfta 3-4 yaş grubu, diğer sınıfta 5-6 yaş grubu... Kapılar açıldığında büyük bir salonda 48 kişi olabiliyorlar. Grubun yaş aralığı da düşünülürse, siz tahmin edin kaosu ve çocuklar arasındaki gelişim farkını! Her sınıfta ikişer öğretmen ve ikişer ‘partner’ var. ‘Uzman’ öğretmenler, geçen yıl üniversiteyi bitiren çok tatlı, akıllı oldukları her hallerinden belli ‘ablalar’; yani kendileri daha ‘çocuk’. Partnerler, muhtemelen staj yapan (yani bedava veya bedava denilecek kadar ucuza çalışan) meslek liseli ablalar. Onların görevi; alt değiştirme, üst baş değiştirme, sofra hazırlama vs gibi fiziksel (ve denilen o ki, üniversite mezunu öğretmenlerin yapmayı reddettikleri) işleri yapmak. Eğitimsel herhangi bir sorumlulukları yok. Bu durumda 14 kişiye 1 öğretmen düşüyor. Sınıfın toplam mevcudu (ara kapıyı kapalı tutmayı başarabilirlerse) 24. Fiyat korkunç! Maliyetler minimum!

Sınıfta yemek ve ara öğünler yeniliyor. Bu arada yuvayı gezdiğimiz sırada ara öğün zamanları. Menü: Elma, kek ve dev bir çikolatalı çubuk dondurma. 3 yaşındaki çocuklar kendilerinden bekleneni yaparak, dev dondurmaya saldırıyorlar. Menu seçimi böyle olunca gariban elmalar ve kekler dokunulmadan kalıyor sofrada. Ben, bu büyüklükte bir dondurmayı yesem (ki midem almaz) midem bulanır; peki neden 3 yaşındaki çocuğum yesin? Sormadan duramıyorum, neden ki?! Biz 2 yaşına kadar Oğuz’a hiçbir şekilde dondurma, çikolata, şeker, tatlı yedirmedik. Tavsiye edilen de bu zaten. Çocuklar, yemek yeme alışkanlıklarını bu dönemde kazanır, tüm temel alışkanlıklarını kazandıkları gibi. İleriki yaşlarda da abur cubura, tatlıya ya da fazla tuzlu yemeğe düşkünlük, yatkınlık bu dönemde kazanılan damak tadının önemli bir sonucudur.

2 yaşından itibaren öğrenci kabul eden, 5 öğrenciye 1 öğretmenin düştüğü, yabancı dilde eğitim veren, yabancı bir sistemin isim hakkını almış, başka bir yuvaya gidiyoruz...
Büyük bir insan için bile son derece tehlikeli sayılabilecek merdivenler... (dik, dar, hatta basamak genişlikleri bile eşit değil...)
Dar bir koridor, bir tarafta sınıflar, koridorun sonunda kapısı ardına kadar açık bir tuvalet. (Zira kokuyu takip ederek de yolu bulabilirsiniz.) Tenefüs bile olmadan merdivenlere, oradan yer yer su içinde kalmış bahçeye yalın ayak fırlayan çocuklar...Bahçenin zemini koca koca taşlarla kaplı. Oyun alanları, kum havuzu yer yer su içinde, bir gün önceden darma dağın bırakılmış... Bu durumu gayet doğal kabul etmiş gibi görünen öğretmen / ablalar... Müdüranım, bir yandan bize övüne övüne doğal sistemlerini, doğa ile bütünleşmelerini anlatırken bir yandan da yalın ayak, su birikintisi içinde, kafalarında itfaciyeci şapkası ve ellerinde hortumla itfaiye haftasını işleyen çocukların öğretmenine bağırıyor... ‘Çocukların ayaklarına bir Crocs falan giydir!’
Sınıfları geziyoruz. Yemekhaneleri yok, yemekler sınıftaki masalarda yeniliyor. Sınıfların hemen karşısında yemeklerini kendi bünyeleri altında yaptıkları için çok övündükleri 3 m2 mutfakları, fokur fokur kaynayan alüminyum kazanları, kapısı açık...
Bir sınıfta derste pasta yapıyorlar... Daha doğrusu kakaolu keke krem şanti sürüyor öğretmenleri, 2 yaşındaki minikler de önlerinde metal, büyük çatal, bıçaklar bekliyorlar pastadan yemek için. Bize sınıfları gezdiren yabancı müdüranım yine bağırıyor... ‘Bıçakları ağzınıza sokmayın, dilinizi kesebilirsiniz!...’ 10 dakika sonra aynı sınıfın önünden geçiyoruz. Ders saatlerinde sınıfların kapısı açık olduğu için gözüm kayıyor devamlı. Çocuklar krem şantili bıçakları büyük bir iştahla yalıyorlar. Öğretmenden ses soluk yok. Genel izlenimimiz bu zaten; çocuklar birşeyler yapıyor, öğretmenlerde ses soluk yok, onları bir yerden bir yere götürme, fiziksel hareketler dışında bir aksiyon, bir anlatım, iletişim yok. Müdüranım yanlış bir şey gördükçe bir yerden bir yere bağırıyor sürekli.
Bu okulda da müzik, sanat, spor hep aynı öğretmen / abla tarafından yaptırılıyor.
Masalar, (hem bahçedekiler, hem sınıftakiler) çok eski bu köşkün tarihi kadar eski olmalı, zira küfleri zımbalanan muşambalar ile bile gizlenememiş. (İtiraf ediyorum, muşambaların zımbası çıkan bir ucunu kaldırıp kimse görmeden bakıyorum.) Sınıflarda oyuncakları küflü tenekelere koyuyorlar. Sınıflardaki pencereler neredeyse yer hizasında, küflü birer demir çubuk takılmış, öğrenciler düşmesin diye. Oğuz için muhteşem çekici bir basamak, zira iki yaşında maymundan daha çevik tırmanma konusunda. Balkon demirleri benim dizlerimde. Kapıları açık, pencereler açık.
Çok övünüyorlar; her mevsim koşulunda bahçedeyiz diye. Evet gayet güzel bahçede olmak. Ayda yaklaşık 3000 TL, her mevsim koşulunda bahçede olmanın ücreti mi?

Peki bu dehşet ücretleri neyin karşılığında ödüyoruz?...
Aralık sayımızda devam edeceğiz. Bu sefer güzel örneklere de yer vererek...
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Gelişmeye çalışan güzel ülkemin güzel çocuklarının hiç de şanslı olmadığını fark ettim.

Hiç yorum yok: