Okuyucularımızdan gelen e-postalar beni çok mutlu ediyor. Yönlendirme isteyen, bilgi soran sevgili annelere elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Biz anneler birbirimizi anlıyoruz; çünkü farklı farklı çatılar altında benzer sorunları yaşıyoruz. Hepimiz çocuklarımız için her konuda en iyisini isteyip, bazen bunu nasıl sağlayacağımızı bilemiyoruz. İnternette şöyle bir gezindiğimde çocuk eğitimi konusunun kimi zaman cahilce, kimi zaman da reklam amaçlı ne kadar sömürüldüğünü ve ne kadar yanlış yönlendirmeler ile dolu olduğunu gördükçe üzüntü ve kızgınlık karışımı bir duygu yaşıyorum. Bu yüzden en azından bu işe kendini adamış ve sayfasına koyduğu bilginin, paylaşımın sorumluluğunu taşıyan ve herhangi bir markanın, sistemin tanıtımı, menfaati kaygısı da taşımayan bir anne olarak artık Oğuz, sosyal medyada. Ebruverimliyuksel.blogspot.com’da dergimizde birbucuk yıldır çıkan tüm yazılarımızı, e-posta yolu ile bana gondermis olduğunuz konuları ve sorularınıza cevapları bulabileceksiniz.
Eşime çok teşekkürler... ‘Madem bu kadar şikayet ediyorsun, kendi yaşadığın zorluklardan, sistemin hatalarından, eğitim sisteminden, sistemsizlikten, çocuk kitaplarının, çocuk yayınlarının özensizliğinden,sorumsuzluğundan, ondan bundan şikayet ediyorsun; öyleyse sesini daha geniş bir kitleye duyur, sen doğru olanı yap!’ dedi. Baktım ki sizlerden destek de çok güzel, artık biraz daha sorumluluk alma vakti gelmiş ve hatta geçmektedir...
Okul konusunu sayfalarımıza taşıdığımızdan beri gelen e-postalar eğitim konusunda ne kadar hassas ve ne kadar kaygılı olduğumuzu bir kere daha gösterdi bana. Eğitimle devam ediyoruz. Ne de olsa çocuklarımız bizim geleceğimiz ve eğitim de geleceğimizin nasıl olacağının habercisi.
Erken yaşta İngilizce / yabancı dil eğitimi:
Bu konuda uzmanlar, önce anadilin tam anlamı ile oturmasını, daha sonra yabancı dile geçilmesini öneriyorlar. İstanbul’un koşullarına gelince ise durum değişiyor. Daha kendi dilini konuşmaya başlamadan oyun gruplarında, yuvalarda İngilizce başlıyor.
Oğuz, 2 yaşında. (2 yaş, 4ay) Bizim bu dönemde İngilizce öğrenmeli diye hiçbir kaygımız ve gayretimiz olmadı. Pedagogumuzun yönlendirmesi ve pekçok araştırmamın da aynı yönde olması sonucunda ‘Önce anadili oturmalı!’ ekolünü takip ettik.
Şimdi okuyacaklarınız tezat gibi gelebilir... İstanbul’un koşullarında, aradığımız özelliklerin pek çoğunu bulduğumuz, taviz veremeyeceğimiz ‘olmazsa olmaz’lar konusunda içimizin çok rahat olduğu okulumuzda, ikinci öğretmenimiz yabancı ve çocuklar ile İngilizce konuşuyor. Türk öğretmenin sınıftaki rolü daha fazla. Eğitim programı hem Türkçe, hem İngilizce işleniyor. Örneğin bir haftanın konusu yağmur, sonra kar, şimdi şekiller ve renkler... Tüm konular bir bütün halinde, resimlerle, deneylerle, yaşayarak, oyunlarla ve onu destekleyen şarkılar ile işleniyor.
Her haftanın İngilizce ve Türkçe bülteni e-posta ile velilere gönderiliyor; yapılan deneyler, şarkılar, kaynak kitaplar, ‘biliyorum, merak ediyorum, öğrendim’ tabloları... Ayrıca her gün iletişim defteri ile iki öğretmenimizin de o gün Oğuz ile ilgili olarak bizimle paylaşmak istedikleri...
Oğuz ve yabancı dil...
Miss Michel; Oğuz’un ikinci öğretmeni. O, İngilizce konuşuyor çocuklarla. Oğuz’un muhteşem diyalogları var Miss Michel ile.
‘Oğuz, we put our toys behind us when we are eating.’ (Oğuz, oyuncaklarımızı yemek yerken arkamıza koyuyoruz.)
Hııı?..
‘Oğuz, we put our toys behind us when we are eating.’
Hııı?..
Son zamanlarda Oğuz’un İngilizce iletişimi ‘Hııı?..’nin ötesine geçiyor...
Geçenlerde uzun uzun bir el yıkama seansından sonra Miss Michel musluğu kapatınca ‘No,no’ demiş. Şimdi evde ya da okulda istemediği her şeyde ‘no, no’! Bu hafta da evde babasına ‘No papa, no!’ demeye başladı, çok sevimli olduğunun gayet farkında olarak.
Geçen hafta her bahçe saati sonrası ve/veya yemek saati öncesi el yıkamaya giderlerken söyledikleri İngilizce şarkıyı öğretmeni ile beraber söylemiş. (Let’s go wash your hands, wash your hands.../Haydi elleri yıkamaya gidelim...)
Okula başlayalı 2 ay oldu ve şimdi Miss Michel’in dediği pekçok şeyi anlıyormuş gibi gözüküyor. Arkasından da ‘Misi, Misi, Pisi, Pisi’ diye dalga geçiyor; gülmemeye çalışıyoruz tabi ki; ama inanılmaz sevimli oluyor. Geçen gün televizyonda İngilizce konuşuluyordu. ‘Oğuz, ne diyorlar?’ dedim. ‘Bilmeeem.’ dedi. ‘Peki başka kim böyle konuşuyor?’ dedim. ‘Misi’ diye cevap verdi.
Küçükken İngilizce veya Fransızca duyduğunda komik komik taklitler yapar, çok gülerdi. Arabada seyahat sırasında navigasyon aleti İngilizce yolu tarif ederken, o da ‘bla, blu, abala, gubala...’ gibi komik sesler çıkartır, kendisi de güler, bizim de gülmekten kırıldığımızı görmenin hazzını yaşardı sanki. İlk defa Cenevre’de sahilde dolaşırken kaldırıma oturmuş iki adamın Fransızca konuştuğunu gördüğünde (ki bu geçen yazdı) diplerine kadar gidip uzun uzun dinlemiş, sonra adamların burnunun içine kadar girip‘Hııı?’ demişti. Şimdi en azından dünyanın farklı yerlerinde, insanların anlaşmak için harfleri farklı şekillerde bir araya getirip, farklı sesler çıkardıklarını kavramış gibi gözüküyor.
Biz açıkçası hiç bir zaman Oğuz’a yabancı dilde kitap, masal okumadık. Bunun da garip olduğunu düşündük. Zaten sayfamızı takip edenler bilir, her yerde şarkıların İngilizce olmasından, çocuğun daha kendi dilini ve kültürünü tanımadan yabancı dile bu kadar maruz kalmasına (ki dil, kültür transferini de peşi sıra getiriyor) karşıyız. Gittiğimiz anaokulunda ise iki dilin iyi bir şekilde dengelendiğini ve en azından anadilin eğitimde baskın dil olduğunu düşünüyoruz.
Bir de belli bir temele, sisteme dayanmadan verilen İngilizce eğitimi var. Bir arkadaşımızın kızı devlet okuluna gidiyor. Normalde müfredatlarında İngilizce eğitimi yokmuş. ‘Ama öğretmen o kadar hevesli ve çalışkanmış ki diğer derslerden zaman ayırıp İngilizce ders işliyormuş.’ Çok beğenilen öğretmen, İngilizce öğretmeni değil, kendisi de çok iyi İngilizce bilmiyormuş galiba; ama çok gayretli imiş... Sayıları, renkleri, günleri ezberletiyormuş... Çocukların 6 yaşında zengin bir kelime hazinesi olmuş... Arkadaşım bu durumdan pek memnun. (O da İngilizce bilmiyor; ama çocuklarının eğitimi konusunda çok hırslı, çocuklarını evde İngilizce çalıştırıyor... Ama çocuğu tostunun kağıdını yere attığında herhangi bir sorun görmüyor ortada.)
6 yıl anadolu lisesinde ikinci dil olarak Almanca okumuş, ama konuşamayan biri olarak, bizim çocukluğumuzdan (ki üzerinden malesef çok zaman geçti) bu zamana güzel ülkemde bu konuda da pek bir gelişme olmadığını görmek ne üzücü...
Müzik kaldı bir başka aya... Konularımız çok. Sizden gelen istek konular da var. Hepsini inanın okuyorum ve gündeme alıyorum. Bu sayfada yetişemediğimiz konular ile ilgili olarak Oğuz ile bloğumuzdan ve Twitter’dan bizi takip edebilirsiniz.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + En sonunda ‘ben bile’ sosyal medyacı oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder