Rixos Premium Belek Tatil Köyü’ndeyiz... İsviçre’de aynı mahallede yaşadığımız, geç tanışıp çabuk ayrıldığımız, çok sevdiğimiz bir aile ile beraber. Onların iki çocuğu var; yakında 3 yaşını dolduracak olan Defne ve 4 aylık Minik Damla. Çocuksuz yaptığımız tatillerden çok farklı;, ama yine bol kahkahalı bu tatilde de çok eğlendik, az dinlendik...
Minik Oğuz bu tatilde çok eğlendi. Bir hafta içinde değiştiğini ve geliştiğini gözlemlemek müthişti. Her tatili isabetleyen oğlum, diş çıkartma konusunda bu tatili de es geçmedi ve üst damaktaki sevimli iki dişe iki tane daha ekledi. Allah’tan en zor kısmı tatil öncesi bozulan uykularında atlatmış olacak ki bir akşam dışında annesini uykusuz bırakmadı.
Tatil köyü çocuklar için gerçekten bir cennetti. Oldukça büyük olan tesiste üç ayrı noktada çocuk aktiviteleri vardı; her birinin de kapalı ve açık alanı. Azman oğlum tesisin herhangi bir noktasında pusetinden indiğinde, en yakın (hiçbiri görüş alanında olmasa bile) eğlence noktasına doğru büyük bir coşku ve hızla koşmaya başlıyor. Tutabilene aşk olsun. Oğuz’un yön bulma yeteneğinin annesininkinden çok öte olduğunu böylelikle anlamış oluyoruz. Oğlunun yeni şeyler keşfetmesi, yeni yeni deneyimler yaşaması konusunda pek hevesli babası, sağolsun, oğlunu bu aktivitelerin hiçbirinden eksik etmiyor...
Sahilde aileler için ayrılmış bölümün hemen arka köşesine park etmiş bir çuf çuf var. İlk günler kalkış saatlerini bir türlü öğrenemediğimiz hain çuf çuf, tam arkamızdan geçiyor. Çuf çuf, araba, uçan balon, uçak, helikopter, gak gak, karınca... ; kısacası yerde ve gökte haraket eden hiçbir şey gözünden kaçmayan minik oğlum, binemediği çuf çufun arkasından çenesini titrete titrete ağlayıp duruyor. Neyse ki en sonunda saatlerini öğrenebiliyoruz. Her gün saat 16:00’da babası ile Oğuz çuf çufun içinde. Anne sahilde dinleniyor...
Saat 20:30. Amfitiyatroda çocuk saati; palyaçolar, müzik ve dans. Yüksek ses konusunda hassasız; sayfamızı takip edenler bilir. Hoparlörlere yakın noktalarda insanın ciğerleri hopluyor, beyni kafatasından çıkacak gibi oluyor. Uzak noktaları seçiyoruz biz de. (Dünyada pek çok yeri gezmiş insanlar olarak söylemeliyim ki maalesef bu durum sadece bizim ülkemizde böyle.) Bekliyoruz ki dans etmeyi çok seven ve müzik konusunda yeteneği çok kolay fark edilen oğlum, karışsın kalabalığa, çılgınlar gibi dans etsin, eğlensin. (Çünkü evde öyle.) Ama ne mümkün!?... Oğuz ile ilgili şunu fark ediyoruz. Annesine çekmiş olacak ki hemen atlamıyor grupların içine. Tamam atlamasın da, bunu son derece yüksek sahnenin illa ki kenarlarında etrafı gözleyerek, dolaşarak, salınarak da yapmasın.
- ‘Babası ortaya gelin, düşeceksiniz.’
- ‘Ebru, cocuğa çok müdahale etme. Ben başındayım.’
(Anneler ve babalar arasında tehlike algısı hayli farklı olabiliyor anlayacağınız.)
Neyse ki sevgili Defne, Oğuz’u tutuyor omuzlarından, sahnenin ortasına çekiyor ve başlıyorlar dansa. (Kızlar bu tür konularda daha atak oluyorlar anlaşılan.) Hayatımda gördüğüm en güzel sahnelerden biri!..
Saat 21:00... Çuf çuf, bu sefer de amfitiyatronun önünde. Babamız kararlı. İlk günler arkasından pek ağladığı çuf çufa, bıkana kadar bindirecek oğlunu...
Oğuz yüzüyor (?)
Bizi şaşırtan, Oğuz’un denize verdiği ilk tepki idi. Geçen yıl birkaç defa denize yarısına kadar sokmuştuk; ayaklarını suyun içinde heyecanla çırpmış, bu deneyime bayılmıştı... Suyu, banyoyu, ıslağı, soğuğu çok seven oğlum, ilk gün deniz kenarında yürümek bile istemedi. Tabi yaş büyüdükçe tehlike algıları da büyüyor, değişiyor çocukların. Dalgalardan korktu. Kucakçı bir çocuk olmayan oğlum, minik elleri, ayakları ile tıpkı bir kuala gibi öyle sıkı sarıldı ki bize ‘Beni sakın bırakma. Burası yabancı ve korkutucu...’ der gibiydi. Zaten şansımıza, geldiğimiz gün Antalya’da patlayan fırtına ve yağmur, denizi çok soğutmuştu. ‘Hadi bugün girmesin, üstelemeyelim.’ dedik. Ertesi gün hava güzel olmasına rağmen yine de deniz suyu sıcaklığı Akdeniz’den beklentimizin altındaydı. Oğuz kucağımda, deniz kenarına doğru bir deneme daha. Polonya’da yaşamış, Ağustos ayında Baltık Denizi’nin çivi gibi sularında yüzmüş bir anne-baba olarak acımasızca ‘Soğuğa alışsın canım...’ diyerek sahil kenarına doğru ikinci denememizi yaptık.
Hiçbir korkunun yerleşmesine izin vermemek gerekiyor. Bu demek değil ki çocuğumuza kulak vermeyeceğiz, onu korktuğu şeyin ortasına atacağız. Oğuz benim kucağımda, hafif hafif ayaklarını değdiriyorum soğuk suya, dalgalar geldikçe korkuyor. Bir kedinin ağaca tırmanması gibi bana tırmanmaya, dalgalardan uzaklaşmaya çalışıyor. Babası geliyor yanımıza. Kendi ayaklarını sokuyor denize, ‘Ah ne kadar güzel, ne kadar eğlenceli...’ diye şarkılar söylüyoruz, danslar ediyoruz. (Daha doğrusu Oğuz’un bayıldığı, her duyduğunda çılgın dansı ile eşlik ettiği ‘Silifke’nin yoğurdu, ah seni kimler doğurdu, seni doğuran ana bal ile mi yoğurdu’ türküsünü söylüyoruz coşku ile.) Oğuz’un yüzündeki korku kayboluyor yavaş yavaş, bağırtısı, ağlaması da kahkahalara dönüyor. Böylece bu korku da yerleşmeden bitip gidiyor.
Oğuz kucağımızda, simidinde, hem denizi, hem de havuzu çok sevdi. Bir gün sahil çok rüzgarlı ve serin olduğu için havuza gidiyoruz. Çocuk havuzunu hijyen nedenleri ile tercih etmiyoruz. Bizimle, ona Minik Oğuz ismini takan Sevgili Defne ve isim babası Büyük Oğuz ile beraber büyüklerin havuzuna giriyor. Deniz suyunu içmeyi çok seven oğlum, aynı tercihini havuz suyu için de kullanınca, deniz varken havuzu pek fazla tercih etmiyoruz. Anneannesi duymasın; öyle 5 dakika falan da değil, neredeyse her girişte bir saat kalıyor Oğuz suyun içinde. Bazen dişleri takırdıyor soğuktan; ama keyfi yine de yerinde.
Üçümüz el ele tutuşup sahil boyunca yürüyüşler yapıyoruz. Böylece ailecek sevdiğimiz şeylere Minik Oğuz’u küçüklükten alıştırmaya başlıyoruz.
Bu kadar aktiviteden ve sahilde duş ve giyinme maratonundan yorgun düşen Oğuz, gölgenin altında pusetinde uzun uzun öğle uykuları uyuyor. (2 saat; bizim için çok uzun bir süre.) Böylece annesi, sahilde kitap okuma fırsatı buluyor. Tabi bunda Minik Oğuz’u uyandıktan sonra çocuk kulübüne götüren, ısrarla çuf çuf saatlerini takip eden babasının katkıları da yabana atılmaz. Az değil, 3 yıl aradan sonra ilk defa hamilelik, doğum, çocuk gelişimi dışında bir kitap okuyorum. (Dan Brown – Kayıp Sembol)
Tatil hatalarım:
Oğuz 8 aylık olduğundan beri pek çok defa tatile gittik. Anne hala öğrenemiyor; hafif, daha doğrusu makul kilolarda valiz yapabilmeyi. Hayatımda bindiğim en rahatsız, en kaotik havayolları olan Pegasus’a ödediğimiz ekstra kilo ücretlerinin yerine otelde yıkamaya verebilirdim kirlenen kıyafetleri. (Bebek ile ilgili kıyafet vs tatil köyündeki mağazalarda yok. Zaten bilindik markalarda bile fiyatlar normal fiyatının iki katı.)
Akşamları hala biberon tutkunu olan oğlum, Milupa 1 yaş + sıvı süt olmadan uyumuyor. 30 minik kutu süt aldım yanıma. Yetmedi! Tesisteki markete sipariş ettirdik. 12 minik kutu süt için 65 TL istediler. Onlara gelişi 45 TL imiş güya. ‘Yapmayın Migros’ta 6’lı kutu 7.90 TL dedik’, 20 TL’de anlaştık. Memleketimizde herşeyin fiyatını bilip, kazıklanma oranının normal fiyatın 3 katına kadar çıkabileceğinin farkında olmak lazım. Süt, bez vs gibi ihtiyaçlarınızı mümkün ise yanınızda taşımak yerine kalacağınız yere ya da varsa orada bir tanıdığınıza sipariş edip odanıza koydurabiliyorsanız en güzeli.
Havuzda ve denizde kullanlılan Huggies veya Prima bezler: Sakın ola normal bez gibi çişi, kakayı tutabiliyor sanmayın. Oğuz’u altında böyle bir kuru bezle pusete koyduk, uyandığında pusetin halini görmek istemezdiniz!!!
Yanınızda mutlaka olması gerekenler:
Doktorunuz tarafından önerilmiş göz damlası ve göz için hizyenik temizleme mendilleri (açık hava, kum, deniz, havuz derken bebeklerin gözleri kıpkırmızı oluyor); böcek, sinek sokmalarına karşı ve isilik için doktorunuzun önerdiği bir krem veya losyon ve acil durumda lazım olabilecek ilaçlarınız ve reçeteleriniz.
Odanız için sineksavar, puset için sineklik, güneş için pusete takılabiliyorsa şemsiye, bolca tülbent.
Sahilde, taşlık ise denizde ve ıslak zeminde kaymamak için havuz kenarlarında giyebileceği suya dayanıklı çorap ayakkabılar. (Gezmediğim yer kalmadı, en başarılısı Kanyon Strite Rite’dakiler.) Plastik ayakkabılar, sandaletler, metal bağlama yerleri olanlar, ıslanınca bebeğinizin hassas derisini yüzüyor, metal kısım küfleniyor ya da sıcakta ayağına yapışıp rahatsız ediyor.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + tatilin tanımı
(Ağustos sayısında Oğuz ile tatil deneyimimize ve değişen tatil tanımımızı sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder