Kasım 2016 / Baby&You
Olmalı mı, olmamalı mı?..
Olmaması mümkün mü?.. Rekabetin dozu kaçar mı, kaçarsa ne olur?.. Rekabet
olmazsa ne olur?..
Oğuz’un annesinin çocukluğundan...
Oğuz’un annesi ilkokul 3. sınıfta
idi. O yaz Tütünçiftlik’ten İzmit şehir merkezine taşınmışlardı ve yeni bir
ilkokula başlamıştı. O zamanlar yaşıtlarından uzundu. ‘Uzun boyluysan mutlaka
basketbol oynamalısın.’ gibi bir inanış vardı o zamanlarda...
Beden eğitimi öğretmenimiz çok tatlı
bir adamdı. Adını unuttum. Beni de haftasonu yapılacak basketbol takımı
seçmelerine çağırmıştı. Çok heyecanlanmış, çok sevinmiştim. Oysa ki hayatımda
elime hiç basket topu almamıştım. Ama hatırlıyorum ki ilkokul 1. veya 2.
sınıfta öğretmenimiz ne olmak istediğimizi sorduğunda, ‘1.80 boyunda olmak ve
basketbolcu olmak istiyorum.’ deyivermiştim. Bir kafa karışıklığı mıydı bu,
hala emin olamıyorum; çünkü o zamanlar aslında astronot olmak istiyordum.
Derken seçmelerin yapılacağı
haftasonu geldi çattı... (veya seçmelerin olacağı belki de o son cuma günü
haber verilmişti?..) Öğretmenimizin gösterdiği şekilde topu sürmeye, o dev potadaki
delikten geçirmeye çalıştık. (O kısma ait pek bir kayıt yok aslında zihnimde,
böyle olmuş olmalı diye düşünüyorum belki de sadece.) Sonra seçim zamanı geldi.
Bir grup çocuk sıra sıra inciler gibi dizildik.
Beden eğitimi öğretmenimiz ‘Sen gel, sen gel...’ diye seçimine başladı ve beni
de seçti. Dünyanın en kısa süren, en mutlu anlarından biri idi karşı tarafa, ‘ayrıcalıklı’
tarafa geçiş... O sırada okul müdürü,
‘Kalsın! Ben onu beğenmedim!’ dedi.
Bir tarafta kalmak, yerinden hiç
kıpırdamamış olmak yine iyidir; ama ortada kalmak her çocuk için pek bir
ağırdır. Hatta ‘Yer yarılsa da yerin içine girsem.’ sözünü o anda bilseydim
eğer ‘Bu söz şu an için çok geçerli.’ derdim çocuk aklımla bile. Çünkü o an görünmez
olmak isteğinin tavan yaptığı bir andır.
Günler ve gecelerce ve şimdi
anlıyorum ki yıllarca farkında olarak veya olmayarak bu anıyı bir şekilde hep
taşıdım. Yıllar sonra ortaokulda en yakın arkadaşlarımla beraber okul basket
takımına girdim. Yedek kulübesinde, bazen birkaç dakika oyunun içinde... Çok da
eğlendim. Dünyanın en matrak beden öğretmeni idi koçumuz, hatta arkadaşımızdı.
Adını unuttum. Ama ilkokul müdürümün adını, soyadını hiç unutmadım. Sonraki
aylarda, yıllarda İstiklal Marşı törenlerinden önce kürsüde yanına çapırıp, beni
defalarca örnek öğrenci olarak sunsa da adını hiç unutmadım. Annemin saçımı özenle
ortadan ikiye ayırıp, kafamın tepesine kondurduğu (kesinlikle hiç cool olmayan)
kelebek kurdelelerin intizamını, kolalı yakamı, hep pırıl pırıl önlüğümü ve gıcır
gıcır boyalı ayakkabılarımı över dururdu. Sınavlardaki başarılarımdan bahsedip,
‘İşte bu, örnek bir öğrenci!’ derdi.
Oysa ki eski ilkokulumda benim de
önlüğüm buruşur, ayakkabılarım kirlenirdi, ama yeni ilkokulumda üstümün başımın
ütüsü hiç bozulmadı, ayakkabılarım hep pırıl pırıl kaldı; çünkü tenefüslerde
başarılı 3-4 öğrenci ayrılır ve ek testler verilirdi onlara. Beden, resim,
müzik derslerinin yerine yine ek testler verilirdi onlara. Oğuz’un annesi de üstünü
başını kirletme şansı olmayan o 3-4 çocuktan biriydi maalesef. Önlüğü,
ayakkabısı, saçı, başı hep temiz, düzgün, inci gibi...
Oğuz ile yine
çok yoğun bir Dubai gününün ardından konuşuyoruz...
‘Şu sınavlarını, projelerini, en güzel şekilde
tamamla, sonraaa ...’ daha ben tamamlayamadan;
‘Beni çok beğeneceksin, değil
mi?..’ deyiveriyor... İçim acıyor.
‘Hayır!’ diyorum.
‘Sınavların, projelerin çok kötü de geçse,
hatta ödevlerini yapmayan bir tembel teneke de olsan, yaramazın teki de olsan,
sözümü hiç dinlemesen de seni beğenirim, seni severim... Seni beğenmem ve
sevmem için bir şey yapman gerekmez. Karnımda olduğun zamanlardan beri seni
çooook beğeniyorum ve seviyorum. Yapacağın ya da yapmayacağın bir şey bunu
değiştiremez...’
‘Çok kötü bir şey yaparsam da
mı?..’ diyor. Anlaşıldı, bu zor gün anne için kolay kolay bitmeyecek.
‘Çok kötü bir şey yapsan da,
değişmez. Sadece o zaman üzülürüm, oğlum kendine ya da birine zarar verdi,
kendi için kötü olan bir şey yaptı diye. Ama sana sevgim yine değişmez. O zaman
yine de sen bize gelmekten sakın çekinme, olur mu?..’
‘Başarısız olsan da sana sevgim
değişmez. Seni beğenmekten asla vaz geçmem.’
‘Peki üzülmez misin?’
‘Üzülürüm tabi ki ve hemen sonra
üzüntümü bir kenara bırakır, güzelce dinlenir, sonra sana nasıl yardım
edebileceğimi düşünürüm, çünkü potansiyelini göstermeni isterim.’
Amerika’da bir araştırma
yapılmış. Üniversitedeki sporculara çocukluklarında maçları, yarışmaları
kazandıklarında ve kaybettiklerinde ailelerinin tepkilerinin ne olduğunu
hatırlayıp hatırlamadıkları sorulmuş. Bence en ilginç cevaplardan biri: ‘Maçı
kazandığımda hamburger, dondurma yemeğe giderdik. Kaybettiğimde ise doğrudan
eve giderdik.’
Aralık sayısında ‘sporda ve okul
hayatında rekabet, başarı, başarısızlık...’ konusu ile devam etmek üzere...
1 yorum:
selamlar,
tam da okul arastırırken ne yapmalıyız derken uzaktan favori okulumuzu sectiğinizi gördüm. detaylı sekilde deneyimlerinizi merak ediyorum. yardımcı olabilir misiniz ?
Yorum Gönder