19 Ekim 2016 Çarşamba

Rekabet... Competition in Education... Should be or not?


                                                                                                    Kasım 2016 / Baby&You


Olmalı mı, olmamalı mı?.. Olmaması mümkün mü?.. Rekabetin dozu kaçar mı, kaçarsa ne olur?.. Rekabet olmazsa ne olur?..

Oğuz’un annesinin çocukluğundan...

Oğuz’un annesi ilkokul 3. sınıfta idi. O yaz Tütünçiftlik’ten İzmit şehir merkezine taşınmışlardı ve yeni bir ilkokula başlamıştı. O zamanlar yaşıtlarından uzundu. ‘Uzun boyluysan mutlaka basketbol oynamalısın.’ gibi bir inanış vardı o zamanlarda...

Beden eğitimi öğretmenimiz çok tatlı bir adamdı. Adını unuttum. Beni de haftasonu yapılacak basketbol takımı seçmelerine çağırmıştı. Çok heyecanlanmış, çok sevinmiştim. Oysa ki hayatımda elime hiç basket topu almamıştım. Ama hatırlıyorum ki ilkokul 1. veya 2. sınıfta öğretmenimiz ne olmak istediğimizi sorduğunda, ‘1.80 boyunda olmak ve basketbolcu olmak istiyorum.’ deyivermiştim. Bir kafa karışıklığı mıydı bu, hala emin olamıyorum; çünkü o zamanlar aslında astronot olmak istiyordum.

Derken seçmelerin yapılacağı haftasonu geldi çattı... (veya seçmelerin olacağı belki de o son cuma günü haber verilmişti?..) Öğretmenimizin gösterdiği şekilde topu sürmeye, o dev potadaki delikten geçirmeye çalıştık. (O kısma ait pek bir kayıt yok aslında zihnimde, böyle olmuş olmalı diye düşünüyorum belki de sadece.) Sonra seçim zamanı geldi. Bir grup çocuk  sıra sıra inciler gibi dizildik. Beden eğitimi öğretmenimiz ‘Sen gel, sen gel...’ diye seçimine başladı ve beni de seçti. Dünyanın en kısa süren, en mutlu anlarından biri idi karşı tarafa, ‘ayrıcalıklı’ tarafa geçiş... O sırada okul müdürü,

‘Kalsın!  Ben onu beğenmedim!’ dedi.

Bir tarafta kalmak, yerinden hiç kıpırdamamış olmak yine iyidir; ama ortada kalmak her çocuk için pek bir ağırdır. Hatta ‘Yer yarılsa da yerin içine girsem.’ sözünü o anda bilseydim eğer ‘Bu söz şu an için çok geçerli.’ derdim çocuk aklımla bile. Çünkü o an görünmez olmak isteğinin tavan yaptığı bir andır.

Günler ve gecelerce ve şimdi anlıyorum ki yıllarca farkında olarak veya olmayarak bu anıyı bir şekilde hep taşıdım. Yıllar sonra ortaokulda en yakın arkadaşlarımla beraber okul basket takımına girdim. Yedek kulübesinde, bazen birkaç dakika oyunun içinde... Çok da eğlendim. Dünyanın en matrak beden öğretmeni idi koçumuz, hatta arkadaşımızdı. Adını unuttum. Ama ilkokul müdürümün adını, soyadını hiç unutmadım. Sonraki aylarda, yıllarda İstiklal Marşı törenlerinden önce kürsüde yanına çapırıp, beni defalarca örnek öğrenci olarak sunsa da adını hiç unutmadım. Annemin saçımı özenle ortadan ikiye ayırıp, kafamın tepesine kondurduğu (kesinlikle hiç cool olmayan) kelebek kurdelelerin intizamını, kolalı yakamı, hep pırıl pırıl önlüğümü ve gıcır gıcır boyalı ayakkabılarımı över dururdu. Sınavlardaki başarılarımdan bahsedip, ‘İşte bu, örnek bir öğrenci!’ derdi.

Oysa ki eski ilkokulumda benim de önlüğüm buruşur, ayakkabılarım kirlenirdi, ama yeni ilkokulumda üstümün başımın ütüsü hiç bozulmadı, ayakkabılarım hep pırıl pırıl kaldı; çünkü tenefüslerde başarılı 3-4 öğrenci ayrılır ve ek testler verilirdi onlara. Beden, resim, müzik derslerinin yerine yine ek testler verilirdi onlara. Oğuz’un annesi de üstünü başını kirletme şansı olmayan o 3-4 çocuktan biriydi maalesef. Önlüğü, ayakkabısı, saçı, başı hep temiz, düzgün, inci gibi...

Oğuz ile yine çok yoğun bir Dubai gününün ardından konuşuyoruz...

 ‘Şu sınavlarını, projelerini, en güzel şekilde tamamla, sonraaa ...’ daha ben tamamlayamadan;

‘Beni çok beğeneceksin, değil mi?..’ deyiveriyor... İçim acıyor.

 ‘Hayır!’ diyorum.

 ‘Sınavların, projelerin çok kötü de geçse, hatta ödevlerini yapmayan bir tembel teneke de olsan, yaramazın teki de olsan, sözümü hiç dinlemesen de seni beğenirim, seni severim... Seni beğenmem ve sevmem için bir şey yapman gerekmez. Karnımda olduğun zamanlardan beri seni çooook beğeniyorum ve seviyorum. Yapacağın ya da yapmayacağın bir şey bunu değiştiremez...’

‘Çok kötü bir şey yaparsam da mı?..’ diyor. Anlaşıldı, bu zor gün anne için kolay kolay bitmeyecek.

‘Çok kötü bir şey yapsan da, değişmez. Sadece o zaman üzülürüm, oğlum kendine ya da birine zarar verdi, kendi için kötü olan bir şey yaptı diye. Ama sana sevgim yine değişmez. O zaman yine de sen bize gelmekten sakın çekinme, olur mu?..’

‘Başarısız olsan da sana sevgim değişmez. Seni beğenmekten asla vaz geçmem.’

‘Peki üzülmez misin?’

‘Üzülürüm tabi ki ve hemen sonra üzüntümü bir kenara bırakır, güzelce dinlenir, sonra sana nasıl yardım edebileceğimi düşünürüm, çünkü potansiyelini göstermeni isterim.’

Amerika’da bir araştırma yapılmış. Üniversitedeki sporculara çocukluklarında maçları, yarışmaları kazandıklarında ve kaybettiklerinde ailelerinin tepkilerinin ne olduğunu hatırlayıp hatırlamadıkları sorulmuş. Bence en ilginç cevaplardan biri: ‘Maçı kazandığımda hamburger, dondurma yemeğe giderdik. Kaybettiğimde ise doğrudan eve giderdik.’

Aralık sayısında ‘sporda ve okul hayatında rekabet, başarı, başarısızlık...’ konusu ile devam etmek üzere...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

selamlar,

tam da okul arastırırken ne yapmalıyız derken uzaktan favori okulumuzu sectiğinizi gördüm. detaylı sekilde deneyimlerinizi merak ediyorum. yardımcı olabilir misiniz ?