‘Düşünmeden öğrenmek, zamanı kaybetmektir.’
Confucius
Oğuz’un Dubai’deki, İsviçre Okulu’nda her altı haftada bir yeni bir konu işleniyor. Yaş
6,5’dan 7! Sınıf, ilkokul 2! Geçen ayki konuları, ‘İnsanların Hayatını
Kolaylaştıran 6 Basit Makina’. Her hafta konu ile ilgili en az bir ödev teslim
etmek zorundalar ve ödev listesinden istedikleri ödevi seçebiliyorlar. Verilen
ödevin sayısından çok niteliğinin önemli olduğunun altı defalarca çiziliyor. Çoğunlukla
da bu ödevler poster, sunum vs... halinde teslim ediliyor. Posterler ‘cool’,
sunumlar yaratıcı olmalı!..
6 basit makina ne olabilir?... diye anne önceden şöyle bir evi
dolanıyor.
(‘Neden önceden bunu yapıyor, ödevlerin anneler, babalar tarafından
yapılmasına şiddetle karşı olan anne?’ derseniz: Eeee, Oğuz Fransızca IB okuluna gidince,
önceden herşeyin Fransızca’sına çalışmak gerek. Annenin İsviçre’deki güzel
günlerden kalan alışveriş, kafe ve restorantlarda öttürdüğü Fransızca okuldaki konulara
yardımcı olmak için pek yeterli olmuyor. Hele ki konular bilim konuları
olunca... Eee, Oğuz’u bu okula gitmeye ve Fransızca öğrenmeye zaten ‘bilim
okulu’ diye ikna etmiştik.)
Anne, eline kağıdı, kalemi alıp liste yapıyor:
Çamaşır makinası, televizyon, bulaşık makinası?... Hıııımmm... Çok
kompleks...
Kettle, kahve makinası? (Arçelik biraz kompleks, çünkü kahveyi
yapınca kendi kendine kapanıyor ya, Esse’nin elektrikli cezvesi basit sanki.
Nespresso makinası?... Ooo, o kesin basit değil.) Tost makinası, blender,
rondo...
Oğuz, eve geliyor. 6 basit makina örneği bulup Fransızca poster
haline getirmek için evi dolanıyor: Kapı kolu, makas... diye başlıyor
listeye...
Anne, ‘Oğlum makina bulacaksın.’ diye düzeltiyor. ‘Yani kettle olabilir,
tost makinası olabilir.’ Oğuz, alaylı gözlerle anneye bakıyor.
‘Öyle makina değil yahuuu! Hani mühendisler (engineer’lar der
aslında) neler kullanmışlar onların içinde?.. Vida gibi, tekerlek gibi...’ Her
birinin Fransızca ismini söylüyor. ‘Hani Goldberg Machine’ler var ya, onlardan
bulucam evin içinde dolaşarak. Bugün bütün okulu dolaştık ve okulda kullanılan
basit makinalara örnekler bulup not aldık.’
Anne google’ın nimetlerinden faydalanarak en sonunda 6 basit
makinanın; vida, tekerlek, eğik düzlem, makara, evye, balta gibi keskin cisim
olduğunu öğreniyor, daha doğrusu hatırlıyor.
Ve daha neler neler hatırlıyor?..
Mesela fizik öğretmeninin, akım problemlerini çözerken, başparmağı
ile göstererek ‘Unutmayın, akım öyle giderse, bu da ters yöne gider!’
dediğini... ‘Bu?’ neydi ama, onu hatırlayamıyor...
Kuvvet, yol vs hesaplarını... hatırlıyor. O öyleyse, o da onun
tersi... Kuvvet (fulcrum) nereye konulunca daha kolay oluyordu?.. Eskiden de
hep karıştırırdı. ‘Yakına mı, uzağa mı?’ bir türlü ezberleyememişti. Çünkü
aslında bunları galiba hiç öğrenmemişti. ‘Nerde, nasıl, neden kullanılır?’
bilmemişti. Ama bu konularla ilgili yüzlerce testi pek de güzel çözmüştü.
6 haftanın sonunda SAT (Summative Assessment Test) yani her bölüm
sonundaki sınav gelir. Sınıfta gruplara ayrılarak bir proje yaparlar. Evden
malzemeler gelir. Öğrenciler, o hafta boyunca belirli saatlerde, öğretmenden
hiç yardım almadan sadece proje üzerinde çalışırlar. Basit makinaları
kullanarak her grup bir sistem kuracak ve bir balon patlatacaktır. ‘Goldberg
Machines, popping a balloon’ diye arayarak internette izlemenizi tavsiye
ederim.
‘Evde bir örneğini yapalım da çocuğa sınıfta faydası olsun.’ der
anne. Anne, baba işe koyulur. Aman Allah’ım o salonun hali... O olmaz, bu
olmaz, bu sistem işe yaramaz, o sistem çalışmaz. Bir ara Oğuz kenardan bize
akıl verir: ‘Bence böyle kesinlikle olmaz!’ Fikirler havada uçuşur, malzemeler
bulunur, çiviyi çakmaktan sorumlu çekiç kaç tane kutu kırar, kaç parmak
sakatlar, ama o çivi bir türlü yerini bulmaz. Sonunda o sırada bahçede
çalıştığı fark edilen Hintli bahçıvan çağrılır... ‘Şu çiviyi çaksana şuraya!..’
En sonunda sınıfta Oğuz ve Maria kendi mekanizmalarını kurup
balonlarını patlatır. Mutluyuz, gururluyuz.
Şu sıralarda madde, çözünürlük, batma, yüzme, geri döndürülebilen
değişimler, döndürülemeyen değişimler üzerine çalışıyoruz. Ha bire deney
yapıyoruz. Youtube sağolsun, konularla ilgili kısa filmler izliyoruz. Anadolu
Lisesi’ndeki kimya öğretmenlerimi hatırlıyorum... Beni pek bir seven,
Karadenizli, komik, sempatik erkek öğretmenimizi ve ben de dahil tüm kızlardan
nefret eden pek de sevimli olarak hatırlamadığım bayan öğretmenimizi. Biriniz
de bir zahmet bir bardağa, şeker, tuz falan koyup karıştırsaydınız, sonra suyu
buharlaştırsaydık da baksaydık dibinde ne kalmış, ne kalmamış. Devletin ekstra
imkanlar sağlamasına, uzay üssü gibi laboratuarları olmasına gerek yoktu bence.
‘Elinizde çayı höbürdete höbürdete içerken şekeri karıştırıp anlatsaydınız da
olurdu...’ demeden edemiyor anne, bunca yıl sonra bile kaybedilen zamanları
hatırladıkça.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder