Zorunluluk mu, eğlence mi, zaman
kaybı mı?..
Konu nasıl
gündemime girdi? Dubai’de tüm okullarda haftada bir saat yüzme dersi
zorunlu.Yeni açılan okulumuzda senenin ilk başında yüzme havuzu hazır değildi.
Yüzme havuzunun açılışı ile birlikte ders programları güncellendi ve yanlışlıkla
anlaşıldı ki matematikten bir ders azaltıldı ve yüzme dersine konuldu. Tahmin
edilebileceği gibi bazı velilerden ilk etapta itirazlar oldu. ‘Matematik gibi
önemli bir ders yüzme için azaltılır mı hiç?’ Sonunda matematik ders saatinin
aynı tutulduğu, yüzme için ilk önce sınıfın yarısının havuza gittiği, sınıfta
kalanların o saatte matematik yaptığı, ikinci yüzme saatinde sınıfın kalanının
gittiği, o saatte de ilk yüzme grubunun matematik yaptığı anlaşıldı. Yine de
Türk anneler için çok yeterli gelmedi bu açıklama. Giyinecekler, soyunacaklar,
yüzmeden yorgun gelecekler, yine olan matematik dersine olacak!.. Amanın!..
Oğuz’un annesi ise pek bir sevinmişti havuz kullanıma açıldı diye,
çok da heyacanlanmıştı muhteşem tesisi görünce. Son günlerde olan bu konuşmalar
Oğuz’un annesini kendi çocukluğuna götürdü...
Oğuz’un annesi, ilkokulu İzmit’te okudu. Çok iddialı bir öğretmeni
vardı. Öğretmenin şöyle bir anlayışı vardı: Resim, müzik, beden eğitimi gibi (lüzumsuz)
ders saatlerinde sınıfın başarılı, zeki adledilen çocukları (ki malesef
bunlardan biri kendisi idi) bir kenara ayırılır ve ek çalışmalar yapılırdı. Okulun
bu medarı iftiharı öğrencilerinin kıymetli zamanı şarkı, türkü ile, patates
baskı, boyama ile ya da koşup, atlayıp, zıplama gibi boş uğraşılarla
harcanmazdı. Bu zamanlar çok verimli bir şekilde değerlendirilir; ek testler
çözülürdü. Bu küçük grupta olmak bir ayrıcalıktı... Başarı, Anadolu Lisesi Sınavları’nda
alınacak sonuç olarak tanımlanmıştı bir kez... Gerçi beden eğitiminde ters ve
hatta düz takla atmaktan kaytarmak ve kafadan 5 (yani pekiyi notunu)
garantilemiş olmaktan dolayı memnundu Oğuz’un annesi. Doğru olan buydu sanki.
Yoksa koskoca öğretmenimiz, okul müdürümüz böyle yapmazdı sanki...
İlkokul yılları böyle geçti... Lisede ise üniversite sınavı
kapıdaydı... Bir gazete çıkartalım dedik arkadaşlarımızla. O zaman da Oğuz’un
annesi severdi yazmayı... İlk sayıda okul müdürünün gazabına uğradık. Matematik
öğretmenimiz gürledi: ‘Üniversite sınavı kapıda, siz nelerle uğraşıyorsunuz?!’
O yüzdendir ki Oğuz’un annesi itiraz etti; ‘Fransızca bilmeyen
çocuklar haftanın 3 günü dersten çıkartılıp yabancı dil desteği verilecek.’
dendiğinde, diğer veliler müzik, spor ve sanat derslerinde ek dil desteği
verilsin dediğinde.
Araştırmalar yapıp ‘Araştırmalar diyor ki...’ demeyecek Oğuz’un
annesi size. Bu konuda kendi çocukluğuna serzenişi olan bir kişi ve bir anne
olarak diyecek ki...
Sanat,
müzik, spor; en az matematik, dil, fen, yabancı dil eğitimi kadar önemlidir.
Bu alanlarda keşfedilmeyi bekleyen özel yeteneğin olup olmaması
değil önemli olan sadece. Özel yeteneği olsun olmasın, doğuştan getirdikleri
her ne seviyede olursa olsun bütün çocukların eğitiminde bu üç ders çok
önemlidir.
Her ne kadar fark etmesek de, fark ettiğimizi iddia etsek de
çocukların hayatında ne kadar çok stres olduğunu bence tam olarak idrak etmemiz
imkansız. Bu dersler çocukların gerginliklerinden, hissettikleri ama
tanımlayamadıkları, ifade edemedikleri rahatsızlıklarından kurtulma, rahatlama,
kendini ifade etme alanı tanır çocuklara, hele ki yetkin eller tarafından veriliyorsa...
Von Gogh’un Ayçiçekleri resmini ne kadar güzel kopyaladığın, fırça darbelerini
ne kadar iyi kullandığın değil sadece o dersteki kazanım. O boş sayfa önünde,
fırçan elinde, boyalar emrinde... Belki az önce matematik problemlerini
yetiştiremedin, deneyini tamamlayamadın, bahçede istediğin oyunu oynayamadın,
arkadaşınla itişip tepiştin, yemek güzel değildi, yemedin, aç kaldın, arkadaşın
seninle dalga geçti, öğretmenin sana kızdı, belki her şeyi muhteşem yaptın,
örnek öğrenciydin ama YORULDUN, BUNALDIN. Ne güzel fırsat sana, al fırçanı
eline, boyalar emrinde. İfade et kendini. Rahatla, hak etmedin mi? Hem de nasıl
hak ettin!
Bütün gün sırada oturdun, ayakların uyuştu, kalem tutmaktan
küçücük parmakların yoruldu. İçinde birşeyler vardı söyleyecek, sen de
biliyordun cevabı, Fransızca söylemek pek bir zordu, arkadaşın Fransız, anası
Fransız, babası Fransız, bilingual okul, anadilinin yanında bir de üç farklı
dilde eğitim... Türk olmak, yeni olmak, küçücük olmak kolay olmasa gerek. Bir
de şikayet de etmezsin sen. Görev adamısın. Verileni yaparsın. Bunalmaz mısın?
Haydi, PE (Spor) dersi, Mr. Duncan beyzbolu anlatıyor. Beyzbol da ne? Boşver
desem, boş vermezsin. Sen koş haydi çimenlerde, rahatla...
Goldberg makinaları diye bir şey girdi hayatımıza (başka bir
yazının konusu)... uğraştın durdun, sistemi kuracaksın, balonu sonunda
patlatacaksın, bunu sistemli bir şekilde anadilin olmayan bir dilde, bütün
terminolojiye hakim olarak anlatıp, yazacaksın, noktalama işaretlerini de
unutmayacaksın, yaşın daha 6,5 olacak. Bütün bunlar muhteşem... ama günün
sonunda müzik olsun bir yerlerde. Git müziğe, zaten hayransın Mr.Hazlett’e...
Öğren nasıl kullanılmış 6 basit makina müziğin dünyasında. Biraz müzik olsun
hayatında.
Büyüdüğünde, yorulduğunda, üzüldüğünde rahatlama yöntemlerin
olsun. Bir spor dalı olsun düzenli yaptığın, iyi olduğun, hayatının sonuna kadar
seni sağlıklı, zinde tutsun. 30’undan, 40’ından sonra spor insanın hayatına kolayca
girivermiyor. Alınan birkaç kilo sonrasında yapılanlar ve kilo verilince bırakılan
egzersizler, spor yerine geçmiyor.
Müzik, sanat olsun hayatında... Güzellilerden zevk almayı küçük
yaşlarda öğrenir insan, yoksa bir bakarsın, zımbırtı, dımbırtı, saçmalık vs...
diyen politikacılar gibi olursun. Onlar da bir zamanlar küçücük ve hatta kim
bilir sevimli çocuklardı. Bu dersler insana sakinlik, biriken gerilimleri doğru
yöntemlerle boşaltma yetisi, farklı bakış açıları kazandırır. Güzellikleri fark
etme, zevk alma yeteneği kazandırır. Ve güzellikleri fark eden, zevk alan
insan, güzellik gördüğünde korumak ister...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder