Dubai’de
hayat?.. Fazla şaşalı, her daim bir tatil havası...
Oğuz’a da böyle satmamış mıydık zaten Dubai’de yaşam fikrini? Hiç
bitmeyen yaz tatili... Havalar henüz 300’yi geçmedi. Hatta
akşamüstleri üşümekten şikayet etmeye bile başladık. Okulumuz pek bir yoğun
olsa da, projelerden başımızı kaldıramasak da biliyoruz ki sahil araba ile 5
dakika uzakta.
Yine de pek bir şikayet
ediyoruz Dubai’den. Hayatın ‘gerçek’ olmamasından... Hatta kimi zaman rahatsız
edici şaşasından, musluktan akan suyun denizden gelen arıtılmış su olmasından,
ne kadar da arıtıldığının şüpheli durumundan, dişimizi içme suyu ile
fırçalamaktan, saçımızın dökülmesinden... Asyalı çalışan profilinin özellikle
bizim ailemize hiç uygun olmamasından doğan, kendi işimi kendim yaparım
özgürlüğü ve ardından gelen yorgunluktan... Adım başı tüm haşmeti ile yükselen
baz istasyonlarından... Pahalılığından...
Herkesin gelip geçiyor olmasından, hiç kimsenin kalıcılık, arkada
sağlam bir isim ya da hoş bir seda bırakmak gibi bir kaygısı olmamasından doğan,
fırsatlar ülkesinin vurdum kaçtım durumundan... Pek çok şeyin kalite algısı zayıf,
kalite-değer korelasyonu sıfır bir Jumeirah Jane populasyonunu hedefliyor olmasından...
(Bu arada ‘Jumeirah Jane’, denilen kavramı ben uydurmadım, kavramdan ziyadesi
ile haberdar ve şikayetçiydim gerçi. Sağolsun Dubai bu gruba bu ismi uygun
bulmuş. Dubai’de yaşayan expat anneler profilinde kendimi tam olarak bir gruba
oturtamasam da, Jumeirah Jane ve Soccer Mom (Futbolcu Anne) ikileminde
ikincisine daha yakın olduğum söylenebilir.)
Dubai’de hayat yalan, suni derken ‘Gerçek’ nedir? sorusu üst üste
bombalarla düştü gündemimize. 19 Mart Cumartesi günü biz, aylardan beri Alman mekanizmalı piyano bulamamın sıkıntısı
ile piyano depolarını geziyoruz. Sadece Kanadalı bir adam getiriyormuş Alman
piyanolarını. Fiyatlar Türkiye’nin 3 katı. Uzakdoğu’ya yaklaştıkça ve kalite bilgisi
ve algısı düştükçe Çin malları bu ülkeyi her alanda sarmış durumda. Sözün özü
şudur ki dehşet paralar harcayarak alacağınız bir piyanonun çok büyük bir
olasılıkla mekanizması değiştirilmiş, kullanılmamış diye düşünürken, ikinci,
üçüncü el olmuş olması içten bile değil. Bu durumun dehşeti ile hayıflanırken,
benim güzel memeketimde gündüz vakti, ulu orta bombalar birbiri ardına
patlamış!
Dubai’de şikayet ettiğimiz her şey çok elle tutulur gibi iken
birden şımarıklık gibi geldi. Bahar tatili kapıda. İlk önce İsviçre’ye
gideceğiz, sonunda İstanbul’da iki gün duraklayıp, anneanne, dede ve kuzenimiz,
ablamız sevgili Bengisu’yu alıp Dubai’ye geleceğiz tatilimizin ikinci haftasını
geçirmek için. Bu durumda İstanbul’da ‘İki gün bile kalmasa mıydık acaba?’ deyiverdik.
‘Acaba havaalanından aktarmalı mı gitseydik?..’Oğuz’u Bebek Parkı’na
götüremedikten sonra?.. Akmerkez’den geçemedikten sonra?..
Ve... bu düşünceler dudaklarımızdan döküldüğü anda pişman olduk.
Biz İstanbul’u her daim özleriz. Arnavutköy’den çıkıp Hisar’a doğru yaptığımız
sağlık yürüyüşlerinin Sütiş’te menemen, kıymalı kol böreği, bal, kaymak, simit
ile başlamasını; Hisar’a doğru İskele Büfe’de 3 TL’ye dünyanın en güzel sosisli
sandiviçi ile devam etmesini, Fincan Cafe’de Türk Kahvesi ile taçlanmasını
özleriz. Yol üzerinde Bebek Park’ta mola vermeyi...
Sağımıza solumuza şüpheli paket, şüpheli kişi diye bakmazdık. Geçen
yıl Anneler Günü hediyesi oğlumun beni Taksim’e götürmesiydi. İstiklal
Caddesi’nde boylu boyunca yürünür, yakalanırsa tramvaya binilir, yolda Maraş
dondurması alınır, Hard Rock Cafe’de mola verilir, dönüşte de ıslak hamburger
veya ‘cos’ döner yenilir...
Bu benim İstanbul’um. Ablama Dubai’ye getirmek için siparişler
verdim. ‘Ortalık yatışınca bir ara alırım. Şimdi Akmerkez’e falan gitmiyoruz.’ dedi.
Oğuz’un birkaç arkadaşını anneleri 19 Mart haftası okula göndermemiş. Okul Etiler’de!..
Dubai dünyanın karışık coğrafyalarından insanlarla dolu, dolayısı
ile okulumuz da.. Oğuz’un Fransızca öğretmeni Afgan kökenli, doğma büyüme
Fransa vatandaşı. Bir gün bir bomba düşmüş evlerinin yanına, annesi babası
kaçmış topraklarından Fransa’ya yerleşmişler ve böylece O’nun hikayesi başlamış...
Afgan kökenli, Lyon’da doğma, büyüme, Amerika’da öğretmenlik yapmış, sonra yolu
Dubai’ye düşmüş... Herkes şöyle bir dünyayı dolaşmış. Oğuz’un Suriyeli,
Cezayirli, oralı buralı arkadaşlarına bakıyorum. Tabi hepsi Fransızca konuşuyor.
Belçikalı’yız, Fransız’ız, vs ... diyorlar. ‘Yahu çocuğunun adı Mohammed, nasıl
Belçikalı oluyorsun?’ diyorum. Ben bu dünya vatandaşlığı olayına sanırım biraz
dar bir açıdan bakıyorum.
Şimdi ise düşünüyorum?.. Son zamanların en büyük sorusu babamız
açısından şu idi: ‘İstanbul’daki evimizi Oğuz ağlamasın diye olduğu gibi
bıraktık, burada sıfırdan bir düzen kurduk. Dönünce nereye sığdıracağız bu
kadar eşyayı, burada bırakmaya da kıyamayız?..’ sorusu şuna döndü: Acaba
dönecek miyiz? Acaba dönmek istiyor muyuz? Biz evimizi aslında niye
boşaltmadık?.. Burası oğlumuzun evi, burası bizim vatanımız, Oğuz’un asıl
yuvası, Oğuz bilsin ki kökü burada!
‘Paper ne demekti, anne?’ diye sordu geçenlerde. İstiklal
Marşı’nın ikinci kıtasında saşırmaya başladı. (başlamış.) Her hafta en az 5
tane okumak zorunda olduğu dijital kitap dünyasında gelmiş geçmiş ABD
Başkanları’na övgü, saygı, siyah hakları (ve de pek güzel işleniyor) vs, vs...
Ama Atatürk ile ilgili doğru düzgün bir çocuk kitabı yok ki memlekette alıp
okuyalım, bu saatten sonra basılmaz da zaten, yazsanız zaten faşist ilan
edilirsiniz, çünkü her ülkenin milliyetçiliği pek bir kutsal ve saygındır, ama
Türk milliyetçiliği, demode olmuş ya da olmalıdır. ‘Bizim çocuklarımıza ne
kadar eşit haklar olacak?’ diye düşünürken memleketimizde, bir de bombalar
girdi hayatımıza. ‘Bizim başka memleketimiz yok.’ der annem. Pek de doğru
söyler... de... Korktum birden oğlum
Allah ömür verip 30 yaşına, 40 yaşına geldiğinde ne diyecek? ‘Ben Türk’üm, evim
İstanbul’da, Arnavutköy’de.’ dese keşke...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder