19 Ekim 2016 Çarşamba

Türkiye’den uzakta... Away from Turkey...

                                                                                       Mayıs 2016 / Baby&You
Dubai’de hayat?.. Fazla şaşalı, her daim bir tatil havası...

Oğuz’a da böyle satmamış mıydık zaten Dubai’de yaşam fikrini? Hiç bitmeyen yaz tatili... Havalar henüz 300’yi geçmedi. Hatta akşamüstleri üşümekten şikayet etmeye bile başladık. Okulumuz pek bir yoğun olsa da, projelerden başımızı kaldıramasak da biliyoruz ki sahil araba ile 5 dakika uzakta.

 Yine de pek bir şikayet ediyoruz Dubai’den. Hayatın ‘gerçek’ olmamasından... Hatta kimi zaman rahatsız edici şaşasından, musluktan akan suyun denizden gelen arıtılmış su olmasından, ne kadar da arıtıldığının şüpheli durumundan, dişimizi içme suyu ile fırçalamaktan, saçımızın dökülmesinden... Asyalı çalışan profilinin özellikle bizim ailemize hiç uygun olmamasından doğan, kendi işimi kendim yaparım özgürlüğü ve ardından gelen yorgunluktan... Adım başı tüm haşmeti ile yükselen baz istasyonlarından... Pahalılığından...

Herkesin gelip geçiyor olmasından, hiç kimsenin kalıcılık, arkada sağlam bir isim ya da hoş bir seda bırakmak gibi bir kaygısı olmamasından doğan, fırsatlar ülkesinin vurdum kaçtım durumundan...  Pek çok şeyin kalite algısı zayıf, kalite-değer korelasyonu sıfır bir Jumeirah Jane populasyonunu hedefliyor olmasından... (Bu arada ‘Jumeirah Jane’, denilen kavramı ben uydurmadım, kavramdan ziyadesi ile haberdar ve şikayetçiydim gerçi. Sağolsun Dubai bu gruba bu ismi uygun bulmuş. Dubai’de yaşayan expat anneler profilinde kendimi tam olarak bir gruba oturtamasam da, Jumeirah Jane ve Soccer Mom (Futbolcu Anne) ikileminde ikincisine daha yakın olduğum söylenebilir.)

Dubai’de hayat yalan, suni derken ‘Gerçek’ nedir? sorusu üst üste bombalarla düştü gündemimize. 19 Mart Cumartesi günü biz, aylardan beri  Alman mekanizmalı piyano bulamamın sıkıntısı ile piyano depolarını geziyoruz. Sadece Kanadalı bir adam getiriyormuş Alman piyanolarını. Fiyatlar Türkiye’nin 3 katı. Uzakdoğu’ya yaklaştıkça ve kalite bilgisi ve algısı düştükçe Çin malları bu ülkeyi her alanda sarmış durumda. Sözün özü şudur ki dehşet paralar harcayarak alacağınız bir piyanonun çok büyük bir olasılıkla mekanizması değiştirilmiş, kullanılmamış diye düşünürken, ikinci, üçüncü el olmuş olması içten bile değil. Bu durumun dehşeti ile hayıflanırken, benim güzel memeketimde gündüz vakti, ulu orta bombalar birbiri ardına patlamış!


Dubai’de şikayet ettiğimiz her şey çok elle tutulur gibi iken birden şımarıklık gibi geldi. Bahar tatili kapıda. İlk önce İsviçre’ye gideceğiz, sonunda İstanbul’da iki gün duraklayıp, anneanne, dede ve kuzenimiz, ablamız sevgili Bengisu’yu alıp Dubai’ye geleceğiz tatilimizin ikinci haftasını geçirmek için. Bu durumda İstanbul’da ‘İki gün bile kalmasa mıydık acaba?’ deyiverdik. ‘Acaba havaalanından aktarmalı mı gitseydik?..’Oğuz’u Bebek Parkı’na götüremedikten sonra?.. Akmerkez’den geçemedikten sonra?..

Ve... bu düşünceler dudaklarımızdan döküldüğü anda pişman olduk. Biz İstanbul’u her daim özleriz. Arnavutköy’den çıkıp Hisar’a doğru yaptığımız sağlık yürüyüşlerinin Sütiş’te menemen, kıymalı kol böreği, bal, kaymak, simit ile başlamasını; Hisar’a doğru İskele Büfe’de 3 TL’ye dünyanın en güzel sosisli sandiviçi ile devam etmesini, Fincan Cafe’de Türk Kahvesi ile taçlanmasını özleriz. Yol üzerinde Bebek Park’ta mola vermeyi...

Sağımıza solumuza şüpheli paket, şüpheli kişi diye bakmazdık. Geçen yıl Anneler Günü hediyesi oğlumun beni Taksim’e götürmesiydi. İstiklal Caddesi’nde boylu boyunca yürünür, yakalanırsa tramvaya binilir, yolda Maraş dondurması alınır, Hard Rock Cafe’de mola verilir, dönüşte de ıslak hamburger veya ‘cos’ döner yenilir...

Bu benim İstanbul’um. Ablama Dubai’ye getirmek için siparişler verdim. ‘Ortalık yatışınca bir ara alırım. Şimdi Akmerkez’e falan gitmiyoruz.’ dedi. Oğuz’un birkaç arkadaşını anneleri 19 Mart haftası  okula göndermemiş. Okul Etiler’de!..

Dubai dünyanın karışık coğrafyalarından insanlarla dolu, dolayısı ile okulumuz da.. Oğuz’un Fransızca öğretmeni Afgan kökenli, doğma büyüme Fransa vatandaşı. Bir gün bir bomba düşmüş evlerinin yanına, annesi babası kaçmış topraklarından Fransa’ya yerleşmişler ve böylece O’nun hikayesi başlamış... Afgan kökenli, Lyon’da doğma, büyüme, Amerika’da öğretmenlik yapmış, sonra yolu Dubai’ye düşmüş... Herkes şöyle bir dünyayı dolaşmış. Oğuz’un Suriyeli, Cezayirli, oralı buralı arkadaşlarına bakıyorum. Tabi hepsi Fransızca konuşuyor. Belçikalı’yız, Fransız’ız, vs ... diyorlar. ‘Yahu çocuğunun adı Mohammed, nasıl Belçikalı oluyorsun?’ diyorum. Ben bu dünya vatandaşlığı olayına sanırım biraz dar bir açıdan bakıyorum.


Şimdi ise düşünüyorum?.. Son zamanların en büyük sorusu babamız açısından şu idi: ‘İstanbul’daki evimizi Oğuz ağlamasın diye olduğu gibi bıraktık, burada sıfırdan bir düzen kurduk. Dönünce nereye sığdıracağız bu kadar eşyayı, burada bırakmaya da kıyamayız?..’ sorusu şuna döndü: Acaba dönecek miyiz? Acaba dönmek istiyor muyuz? Biz evimizi aslında niye boşaltmadık?.. Burası oğlumuzun evi, burası bizim vatanımız, Oğuz’un asıl yuvası, Oğuz bilsin ki kökü burada!


‘Paper ne demekti, anne?’ diye sordu geçenlerde. İstiklal Marşı’nın ikinci kıtasında saşırmaya başladı. (başlamış.) Her hafta en az 5 tane okumak zorunda olduğu dijital kitap dünyasında gelmiş geçmiş ABD Başkanları’na övgü, saygı, siyah hakları (ve de pek güzel işleniyor) vs, vs... Ama Atatürk ile ilgili doğru düzgün bir çocuk kitabı yok ki memlekette alıp okuyalım, bu saatten sonra basılmaz da zaten, yazsanız zaten faşist ilan edilirsiniz, çünkü her ülkenin milliyetçiliği pek bir kutsal ve saygındır, ama Türk milliyetçiliği, demode olmuş ya da olmalıdır. ‘Bizim çocuklarımıza ne kadar eşit haklar olacak?’ diye düşünürken memleketimizde, bir de bombalar girdi hayatımıza. ‘Bizim başka memleketimiz yok.’ der annem. Pek de doğru söyler... de...  Korktum birden oğlum Allah ömür verip 30 yaşına, 40 yaşına geldiğinde ne diyecek? ‘Ben Türk’üm, evim İstanbul’da, Arnavutköy’de.’ dese keşke...

Hiç yorum yok: