Oğuz,
Dubai’ye bir kaç defa tatile gitmişti. Dubai’yi pek bir sever. Küçücükken
Dubai’nin ‘Arap Kralı’nın Dubai’ye gelen ve annesinin sözünü çok güzel dinleyen
çocuklar için gönderdiği çilekli sütleri içmeyi de pek severdi. Oğuz, denizi
sever, kumsalı sever, deveye binmeyi, akvaryumları gezmeyi... Ama Dubai dönüp
dolaşıp, babanın işi nedeni ile taşınılacak bir ülke olunca işler değişti...
Dubai’ye taşınma planlarını Oğuz ile paylaşınca bizi en çok
şaşırtan Oğuz’un evine bağlılığı oldu. Başladı ‘Evim ne olacak?..’ diye. ‘Ben
bu evimi çoook seviyorum... Televizyonumu, banyomu, oyuncaklarımı çook
seviyorum. Duvardaki resimlerim de mi başkasının olacak?..’ diye hüngür hüngür,
dudaklarını titrete titrete ağlayınca işler karıştı.
Biz de evimizi çok ama çok seviyorduk. ‘Hayatımız boyunca
İstanbul’da yaşamak istediğimiz ev bu...’ diye düşünsek de finansal açıdan çok avantajlı
olacağını düşünerek evi kiraya vermeyi planlıyorduk. Sonunda dedik ki Oğuz bir
kökü olduğunu bilsin, hissetsin, bilsin ki burası onun yuvası... Memleketi her
ne kadar zor dönemlerden geçse de aidiyet duygusunu kaybetmesin istedik. Yaz
tatilinde okullar kapanır, sıcaklık 45⁰’yi bulur ve İstanbul’a kaçılır... Kapısını
açıp gireceğimiz yer bir otel odası değil, kendi evimiz olsun, dedik. Ama bu
noktaya gelinceye kadar yine de Oğuz’u ikna etmeye çalıştık ne yalan
söyleyelim. Evimizi başkasına kiralasak da o yine bizim evimiz, dedik. ‘Böyle
bir şey olmaz, artık onların evi olur.’ dedi. Bu noktada ‘tapu’ kavramı gündeme
girdi. Babası açtı, evimizin tapusunu gösterdi. Evimizi satmadığımızı, sadece
belli bir süre başkasına para karşılığında evimizde oturma hakkı tanıyacağımızı
anlattı, anlatmaya çalıştı. Oğuz, tapuya baktı ve ‘Neden burada sadece annemin
ve senin ismin yazıyor? Neden Oğuz da yazmıyor?’ dedi. Bir gün hepsinin
üzerinden onun ismi yazacağını, küçük çocukların isminin şu anda yazamayacağını
anlattık. O ‘bir günün’ ne zaman geleceğini sormadı Allah’tan.
En nihayetinde İstanbul’a geldiğinde evini kullanamayacak olması
fikrini içine sindiremeyince, bizim de içimize sinmedi. Ne yalan söyleyelim biz
de pek bir rahatladık bu karardan dolayı.
Bir kısım eşyamızı gönderdik Dubai’ye yine de. Oğuz’un
anneannesinin aldığı mavi İkea çalışma masası, sandalyesi, çalışma/oyun
tahtası, oyun halısı, dünya ve ay lambası, bilumum oyuncakla beraber paketlendi
ve gönderildi. İstedik ki buradaki evinden, hayatından, alışık olduğu düzenden
bir kaç parça olsun henüz belli olmayan yeni evinde. Dubai’de okullar 30
Ağustos’ta açılıyor. Ödevlerini eski masasında yapsın, düzeninin devam ettiğini
hissetsin, istedik. Sevdiği bir hayattan yine seveceği (seveceğini umduğumuz)
başka bir hayata geçerken onun rutininin parçası olan eşyalar yeni odasında onu
karşılasın istedik.
Sonuçta Oğuz’a ne kadar da Dubai’ye taşınmayı sanki hiç bitmeyen
bir tatil olarak pozisyonlandırsak da aslında gayet iyi anladı; pek çok şey
değişiyor...
Evi boşaltmadığımız için mi bilmem ben bile sanki uzun bir tatile
gidiyormuşuz gibi hissediyorum zaman zaman. Sanki yıllar önce Polonya’ya, sonra
da İsviçre’ye taşınırken daha bir hüzünlü, garip duygular içindeydim. Yoksa
çocuklu ve okullu hayatla beraber yeni bir ülkeye taşınıyor olmanın koşturmacası
pek bir fazla olduğu için, koşturmacadan fırsat bulup mu duygumu yaşayamadım
bilmem...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder