10 Ocak 2016 Pazar

Oğuz Dubai’de... Oguz is in Dubai...


Oğuz, artık Dubai’de... Hala otel evinde, kalıcı evini arıyor. Her baktığımız evden sonra ‘Hala kararlaştıramadık mı evimizi?..Of of yine mi ev bakıcaz, dünyanın en sıkıcı işi bu olmalı...’ diyor. Okuluna başladı ve pek sevdi. Dubai’nin ilk iki dilde eğitim yapan okulu. Swiss International Scientific School...

Swiss International Scientific School’a gideceği için çok heyecanlıdır Oğuz. İki dilde eğitim görecektir. Bir hafta tüm dersler Fransızca, bir hafta tüm dersler İngilizce. Tabi arada 6 saat Arapça.  Biliminsanı olmak isteyen oğlum ‘Scientific’ ismine vurulmuş, İsviçre’yi çok sevdiği için ve bir de Dubai’deki pek çok okulda mecburi olan kravat yerine bu okuldaki rahat, sevimli şort ve t-shirte tav olmuştur.

Okullar Dubai’de 30 Ağustos’ta açılır. Yeni açılan bir okul olduğu için o güne kadar içine girmeden, okula giriş sınavlarını (kendi deyimi ile ödevlerini) Dubai Marina’daki ofis binasında olan Oğuz, okulu için çok heyecanlıdır. Anne hem ‘Bakalım söz verdikleri gibi zamanında her şeyi açabiliyorlar mı?’ diye kontrol etmek için, hem de okul açılış gününden önce Oğuz okulunun içine girsin, sınıf ortamını görsün diye iki gün öncesinden oğlunu okula götürür.

İsviçreliler sözlerini layıkı ile tutmuştur. Bunun rahatlığını yaşarken anne, Oğuz okulana bayılır. Şifreli dolaplara, akıllı, dev sınıflara, her şeye... ‘Dünyadaki en güzel okul bu olmalı.’ der hatta. O anda annenin içi rahatlar. Gel gelelim okulun ilk gününden önceki yatma vakti gelip çatınca ‘Keşke arkadaşlarımdan bir kişi olsun olsaydı okulda, keşke hiç olmazsa bir kişiyi tanısaydım.’ diye başlar ağlamaya... Ve ne kadar da haklıdır. Evini bıraktı, evcil hayvanı gibi bağlandığı arabası satıldı, babası yeni, büyük büyük sorumluluklarıyla Ortadoğu pazarlarında büyük büyük mücadeleler içinde. Annesi Dubai’nin kışın gidilecek yaldızlı bir deniz tatil mekanı olmaktan çıkıp, ‘yaşanan ülke’ olduğu zaman değişen yüzünü görmekten bezgin... Ortadoğu’nun kaygan, vurdumduymaz, sıcaktan, ondan, bundan,  her şeyden bezmiş insanları ile uğraşmaktan pek bir yorulmuş ve bir parça da gerilmiş durumdadır.

Çocuk çocuk olsun ne yapsın?.. Hep neşeli, pozitif; ama onun da küçücük yüreğinde saklanan ve özellikle yatma zamanları ortaya çıkan pek haklı kaygılar...

‘Evimi özledim, oyun odamı, merdivenlerimi, merdivenlerimin tutma yerlerini bile özledim.’ der yatakta.  Kuzenini (kendi hitabı ile Adu’yu), teyzesini, anneannesini, dedesini ve Isavina’yı. Isavina, bizden sonra başka bir yerde hele ki annesinin tavsiyesi ile eski sınıf arkadaşının evinde iş buldu diye pek bir içerlemiştir zira. ‘İsavina beni beklemedi.’ diye içlenir durur.

Anne de ufak ufak da olsa İstanbul’da özlediği şeyleri anlatır Oğuz’a. Oğuz konuştukça rahatlar. Yarın sınıfındaki bütün arkadaşlarının bu duygularla okula geleceğini duyunca çok şaşırır. ‘Hemen hemen herkes yabancı, başka başka diller konuşuyorlar. Burası yeni bir okul olduğu için herkes başka okullardan geldi, kendi ülkelerinde arkadaşlarını bırakıp geldiler. Hepsi keşke biri beni oyuna davet etse... diye düşünüyor içinden.’ ‘Gerçekten mi?’ der Oğuz rahatlayarak.

Dubai’de okullarda iki türkü okul sonrası aktiviteleri yapılıyor. Bir grupta okulun öğretmenlerinin verdiği ücretsiz aktiviteler, diğer grupta da o alanda uzman olan firmaların verdiği ücretli aktiviteler. Okuldaki aktivitelerden Fransızca’yı  seçtik. Dışarıdan verilen aktivitelerden de Oğuz bir Barcelona taraftarı olduğu için Barcelona ile futbolu. İsviçre’de UEFA’nın denetlediği, futbol kampının futbola bir mühendis yaklaşımı ile yaklaşan sisteminden farklı olsalar da hiç fena değiller.

En önemlisi bu kadar değişim arasında en kısa zamanda aidiyet duygusu, ekibin bir parçası olma hissi kazanması Oğuz’un diye düşündük. Oyunu kazandıklarında belki de adını bile bilmediği bir arkadaşı ile sarılıp ‘Oley, oley’ diye bağırdığını duyunca hedefe ulaşma yönünde olumlu bir adım atmış olduğumuzu anladık. Tabi futbol antremanı, açık çim sahada 45 derece altında yapılınca kenardan izleyen annenin başına tek kelime ile güneş geçti. Oğuz nasıl dayandı 45 dakika koşmaya, o mücadeleye bilinmez. Ama antreman bittiğinde inanılmaz keyifli, domates gibi kırmızı ve kan ter içindeydi. Fotoğrafını gönderince anneanne ile dede, ‘Vay kuzum vay’ diye yazmış. ‘Hiç bu sıcakta çocuklara futbol oynatılır mı canım?..’

Arapça öğretmenini çok sevdi, Arapça öğretmeni de Oğuz’a bayıldı. Değişik bir alfabe, çizgilerle yazma Oğuz’a pek bir ilginç geldi. ‘Çok uydurukça...’ dedi ama keyifle anlattı.

Türkçe ve Arapça arasındaki ortak kelimeleri öğrenince de kendini Fransız, Amerikalı... arkadaşlarına göre çok şanslı hissetti. ‘Yallah ya Habibi’ diyormuş öğretmeni... Ağzından düşürmez oldu.

15 kişiler sınıfta. Çoğunluk ana dili Fransızca olan çocuklar, ama Oğuz gibi hiç Fransızca bilmeyen de bir iki çocuk var. Yan sınıfta hatta bir Türk arkadaşı olduğunu öğrendik, tanıştık, çok sevdik. Türkçe kaynatıp durmasınlar diye muhtemelen iki ayrı sınıfa koymuşlar. İkinci hafta yan sınıfa geçtiler, başka bir öğretmen ve tüm dersler İngilizce oldu. İngilizce sınıfına geçince de ana dili Fransızca olan arkadaşlarının İngilizce’sinin pek iyi olmadığını gördü. Bunun normal olduğunu, hepsinin yeni diller öğrendiklerini anladı.

 Ve... ben bugün bu satırları otel evimizden yazarken 15 Eylül, Oğuz’un doğumgünü... Okulda doğumgünü olan çocuklara pasta kesilebildiğini öğrendik. Ninjago pastası istedi Oğuz sınıfına, birazdan alıp okula götüreceğim. Arkadaşları ona doğumgününde Minion sticker’ı hediye etmişler. Aman ne sevindi... Oda da onu bekleyen süprizleri açarken yine Can Bonomo çalıyordu...  

İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki varsın.

Doğumgünün kutlu olsun, iyi ki varsın...

Dubai seninle güzel...


Hiç yorum yok: