Oğuz,
artık Dubai’de... Hala otel evinde, kalıcı evini arıyor. Her baktığımız evden
sonra ‘Hala kararlaştıramadık mı evimizi?..Of of yine mi ev bakıcaz, dünyanın
en sıkıcı işi bu olmalı...’ diyor. Okuluna başladı ve pek sevdi. Dubai’nin ilk
iki dilde eğitim yapan okulu. Swiss International Scientific School...
Swiss International Scientific School’a gideceği için çok
heyecanlıdır Oğuz. İki dilde eğitim görecektir. Bir hafta tüm dersler
Fransızca, bir hafta tüm dersler İngilizce. Tabi arada 6 saat Arapça. Biliminsanı olmak isteyen oğlum ‘Scientific’
ismine vurulmuş, İsviçre’yi çok sevdiği için ve bir de Dubai’deki pek çok
okulda mecburi olan kravat yerine bu okuldaki rahat, sevimli şort ve t-shirte
tav olmuştur.
Okullar Dubai’de 30 Ağustos’ta açılır. Yeni açılan bir okul olduğu
için o güne kadar içine girmeden, okula giriş sınavlarını (kendi deyimi ile
ödevlerini) Dubai Marina’daki ofis binasında olan Oğuz, okulu için çok
heyecanlıdır. Anne hem ‘Bakalım söz verdikleri gibi zamanında her şeyi
açabiliyorlar mı?’ diye kontrol etmek için, hem de okul açılış gününden önce
Oğuz okulunun içine girsin, sınıf ortamını görsün diye iki gün öncesinden
oğlunu okula götürür.
İsviçreliler sözlerini layıkı ile tutmuştur. Bunun rahatlığını
yaşarken anne, Oğuz okulana bayılır. Şifreli dolaplara, akıllı, dev sınıflara,
her şeye... ‘Dünyadaki en güzel okul bu olmalı.’ der hatta. O anda annenin içi
rahatlar. Gel gelelim okulun ilk gününden önceki yatma vakti gelip çatınca
‘Keşke arkadaşlarımdan bir kişi olsun olsaydı okulda, keşke hiç olmazsa bir
kişiyi tanısaydım.’ diye başlar ağlamaya... Ve ne kadar da haklıdır. Evini
bıraktı, evcil hayvanı gibi bağlandığı arabası satıldı, babası yeni, büyük
büyük sorumluluklarıyla Ortadoğu pazarlarında büyük büyük mücadeleler içinde.
Annesi Dubai’nin kışın gidilecek yaldızlı bir deniz tatil mekanı olmaktan
çıkıp, ‘yaşanan ülke’ olduğu zaman değişen yüzünü görmekten bezgin...
Ortadoğu’nun kaygan, vurdumduymaz, sıcaktan, ondan, bundan, her şeyden bezmiş insanları ile uğraşmaktan
pek bir yorulmuş ve bir parça da gerilmiş durumdadır.
Çocuk çocuk olsun ne yapsın?.. Hep neşeli, pozitif; ama onun da
küçücük yüreğinde saklanan ve özellikle yatma zamanları ortaya çıkan pek haklı
kaygılar...
‘Evimi özledim, oyun odamı, merdivenlerimi, merdivenlerimin tutma
yerlerini bile özledim.’ der yatakta. Kuzenini (kendi hitabı ile Adu’yu), teyzesini,
anneannesini, dedesini ve Isavina’yı. Isavina, bizden sonra başka bir yerde
hele ki annesinin tavsiyesi ile eski sınıf arkadaşının evinde iş buldu diye pek
bir içerlemiştir zira. ‘İsavina beni beklemedi.’ diye içlenir durur.
Anne de ufak ufak da olsa İstanbul’da özlediği şeyleri anlatır
Oğuz’a. Oğuz konuştukça rahatlar. Yarın sınıfındaki bütün arkadaşlarının bu
duygularla okula geleceğini duyunca çok şaşırır. ‘Hemen hemen herkes yabancı,
başka başka diller konuşuyorlar. Burası yeni bir okul olduğu için herkes başka
okullardan geldi, kendi ülkelerinde arkadaşlarını bırakıp geldiler. Hepsi keşke
biri beni oyuna davet etse... diye düşünüyor içinden.’ ‘Gerçekten mi?’ der Oğuz
rahatlayarak.
Dubai’de okullarda iki türkü okul sonrası aktiviteleri yapılıyor.
Bir grupta okulun öğretmenlerinin verdiği ücretsiz aktiviteler, diğer grupta da
o alanda uzman olan firmaların verdiği ücretli aktiviteler. Okuldaki
aktivitelerden Fransızca’yı seçtik.
Dışarıdan verilen aktivitelerden de Oğuz bir Barcelona taraftarı olduğu için
Barcelona ile futbolu. İsviçre’de UEFA’nın denetlediği, futbol kampının futbola
bir mühendis yaklaşımı ile yaklaşan sisteminden farklı olsalar da hiç fena değiller.
En önemlisi bu kadar değişim arasında en kısa zamanda aidiyet
duygusu, ekibin bir parçası olma hissi kazanması Oğuz’un diye düşündük. Oyunu kazandıklarında
belki de adını bile bilmediği bir arkadaşı ile sarılıp ‘Oley, oley’ diye
bağırdığını duyunca hedefe ulaşma yönünde olumlu bir adım atmış olduğumuzu
anladık. Tabi futbol antremanı, açık çim sahada 45 derece altında yapılınca
kenardan izleyen annenin başına tek kelime ile güneş geçti. Oğuz nasıl dayandı
45 dakika koşmaya, o mücadeleye bilinmez. Ama antreman bittiğinde inanılmaz
keyifli, domates gibi kırmızı ve kan ter içindeydi. Fotoğrafını gönderince
anneanne ile dede, ‘Vay kuzum vay’ diye yazmış. ‘Hiç bu sıcakta çocuklara
futbol oynatılır mı canım?..’
Arapça öğretmenini çok sevdi, Arapça öğretmeni de Oğuz’a bayıldı.
Değişik bir alfabe, çizgilerle yazma Oğuz’a pek bir ilginç geldi. ‘Çok
uydurukça...’ dedi ama keyifle anlattı.
Türkçe ve Arapça arasındaki ortak kelimeleri öğrenince de kendini
Fransız, Amerikalı... arkadaşlarına göre çok şanslı hissetti. ‘Yallah ya Habibi’
diyormuş öğretmeni... Ağzından düşürmez oldu.
15 kişiler sınıfta. Çoğunluk ana dili Fransızca olan çocuklar, ama
Oğuz gibi hiç Fransızca bilmeyen de bir iki çocuk var. Yan sınıfta hatta bir
Türk arkadaşı olduğunu öğrendik, tanıştık, çok sevdik. Türkçe kaynatıp
durmasınlar diye muhtemelen iki ayrı sınıfa koymuşlar. İkinci hafta yan sınıfa
geçtiler, başka bir öğretmen ve tüm dersler İngilizce oldu. İngilizce sınıfına
geçince de ana dili Fransızca olan arkadaşlarının İngilizce’sinin pek iyi
olmadığını gördü. Bunun normal olduğunu, hepsinin yeni diller öğrendiklerini
anladı.
İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki varsın.
Doğumgünün kutlu olsun, iyi ki varsın...
Dubai seninle güzel...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder