10 Ocak 2016 Pazar

Çok dil, çok kültür, çok millet... Many languages, many cultures, many nationalities...


Oğuz, artık Dubai’de... Dubai’nin iki dilde eğitim yapan tek okulu Swiss International Scientific School’da... Geçen ayki yazımızda çift dilde eğitimin avantajlarından söz etmiştik.

‘Çift dilde eğitim gören çocukların sosyal yönden daha güçlü olduğu, değişik ortam ve kültürlere daha kolay uyum sağladıkları ve daha açık fikirli insanlar olarak yetiştikleri düşünülüyor. Araştırmalar bunu söylese de, bu konuda aile içi eğitimin ve kültürün daha baskın olabileceğini düşünmeden edemiyorum.’ diye devam etmiştik.

Oğuz’un yarı Fransız yarı Amerikalı, bir arkadaşı şöyle diyor. ‘Arapça’yı hiç sevmiyorum. Biliyor musunuz niye? Çünkü Araplar Çince’yi taklit edip kendilerine bir dil yaratmış.’ Aynı arkadaşı, Amerikalı annesinin Oğuz’un Türk olduğunu duyunca çok şaşırdığını, ‘Bir Türk aile neden çocuğunu İsviçre okuluna gönderir, hiç anlamıyorum.’ dediğini anlatıyor. Gönderebileceğiniz alternatif okullar zaten Amerikan, Fransız, İngiliz, Hint ya da Arap okulları bu arada. ‘Çocuktan al haberi...’ diye boşuna dememiş Atalar.

Yıllar öncesine gidiyorum. Cenevre’de P&G genel merkezinde öğle tatilinde yoga dersi veriliyor. Ben de her hafta katılıyorum. Meditasyon/Dua odası diye bir oda var binada. Genellikle Araplar gelip namaz vakitlerinde namazlarını bu odada kılıyorlar. Yoga, meditasyon gibi aktiviteler de bu odada yapılıyor. Yoga saatine, başkan seviyesinden, asistana kadar geniş bir yelpazede şirket çalışanlarından katılım var. Yoga sırasında kapı usulca açılıyor, yüzünü görmediğim bir adam içeride ders olduğunu fark edince, özür dileyerek kapıyı kapatıyor. Üst düzey batılı yogacılardan biri, ‘Sanırım bir Arap dua etmeye geldi.’ diyor kıkırdayarak. Yoga öğretmeni; ‘Zannetmiyorum Arap olduğunu. Gelen kişi uzun boylu ve yakışıklıydı.’ diyor. Bu espri herkesin pek hoşuna gidiyor ve herkes katıla katıla gülüyor. ‘Araplar, uzun boylu ve yakışıklı olamaz.’ bu konuşmanın alt yazısı. Muhtemelen, bu yöneticiler dünyanın pek çok yerinde çalışmış, ‘çok ulusluluk, kültürlere saygı vb...’ gibi çok önemli eğitimlere katılmış, değişik milletlerden insanları yönetmiş kişiler. Eğitim, okulda ya da şirkette değil, ailede başlar. Okul, şirket vs üzerine koyabildiğini, kabın alabildiği kadarını koyar veya koyuyormuş gibi gözükür. Bir pencere açar. O pencereden bakmak, görmek, görebildiğini anlamak, doğru anlamak, anlamak için bakmak... gözün, beynin, gönlün kapasitesi kadardır. Dünyanın en ünlü şirketine başkan olsan ne fayda, ülkene başkan olsan, Birleşmiş Milletler başkanı olsan ne fayda?.. Gözünün ve gönlünün kapasitesi ailende aldığın, alacağın görgü kadardır. Gerisi Doğan Cüceloğlu’nun ifadesi ile ‘mış gibi yaşam’ın ötesine geçememektir. ‘Saygılıymış gibi olmak, dünya vatandaşıymış gibi davranmak, vs. vs...’ İşin öteki yanı benim o gün ‘Komik olan ne?’ dememiş olmamdır. Oğlumdan bekliyorum, dimdik durmasını, doğru bildiğinden şaşmamasını... Annesi ne kadar örnek olabilmiştir oğluna, tartışılır.

Oğuzlar okulda, altı hafta boyunca fark yaratan, dünyayı değiştiren kişileri işlediler. Christopher Colombus, Florence Nightengale, Rosa Parks bunlardan bazıları idi. Oğuz, özellikle Rosa Parks’ın hikayesinden çok etkilendi. Ne yalan söyleyeyim, ben Rosa Parks’ı  Oğuz sayesinde tanıdım.

 ‘Rosa Parks, bir Afrika-Amerikalı. Onun derisi siyah.’ dedi Oğuz. ‘Biliyor musun, eskiden Amerika’da derisi siyah olanlar her yere giremiyormuş. Otobüste de derisi beyaz olanlara yer vermeleri gerekiyormuş. Rosa Parks yer vermemiş ve onu hapse atmışlar. Ama sonra  siyahlar da istedikleri yere oturabilmiş...’ diye devam etti. Oğuz bu hikayeden o kadar etkilenmiş ki o hafta boyunca eve geldiğinde Ipad’den hep Rosa Parks ile ilgili bir şeyler bulup okumak, dinlemek istedi. Yine de anlayamadı. ‘Ama neden? Neden beyaz derililer, onu üzmüş, ona kalk demiş? Ama neden? Önce Rosa Parks gelmiş otobüse, neden arkaya geç demişler ona?’

‘Chirtopher Colombus doğunun zenginliklerine ulaşmak için karadan Hindistan ve Çin’e doğru gitmeye korkmuş. Çünkü yolda Türkler varmış. Batıdan dolanarak denizden giderken de yanlışlıkla Amerika’ya gitmiş ama orayı Hindistan sanmış. Neden Türkler’den korkmuş? Neden bizden korkmuş? Doğudan aldığı şeylerin parasını ödemiş mi, çalmış mı? Christopher Colombus iyi miymiş, kötü mü? Bizden korkuyorsa, başkalarının eşyalarını alıyorsa ama kötüdür. Kötü insanları neden öğreniyoruz okulda?..’

Türkiye’de olsak henüz veya hiç bir zaman gündemimize girmeyecek, pek çok açılım kattı okulun sistemi ve uluslararası bir ortamda eğitim görmek bize. Memleketinden uzakta, başka bir ülkenin okulunda, dünya vatandaşı olma çerçevesinde 6 yaşından beklenmeyecek çıkarımlarıyla, o küçücük, sevimli aklı neler neler düşünüyor daha kim bilir?..

Ne kadar temiz, dolambaçsız çocuk aklı, ne kadar hesapsız, net. Dünyanın karmaşıklığına ne güzel gözlerle bakıyor. Burası artık Orta Doğu. Ne kadar hiç bitmeyen yaz tatili desek de, hala gidemediği dünyanın en güzel su kaydırakları vs diye pazarlasak da burası Orta doğu... Bütün renkliliği, canlılığı, karmaşası, kayganlığı, bir öyle bir böyle, bir güneş, bir kum fırtınası, bir en güzel sahillerde keyif, en güzel lokantalarda yemek, öte yandan musluğundan akan arıtılmış (?) deniz suyu... Saçın dayanmaz dökülür, çimenleri sulayan evlerin kirli suyu, insanı ya sabır taşına çevirir ya da çatır çatır çatlatır, patlatır.

Anne, Hintli perdeci Muhammed ile mi uğraşsın, Pakistanlı şoförlerle mi, yoksa Filipinli temizlikçilerle mi? Kuveyt’ten gelen babasına Oğuz anlatır. ‘Annem imdat oldu!..’ Dünya vatandaşı Oğuz, bu işin şu ana kadar şampiyonudur. Zira anne şu an şiddetle Sütiş’te menemen yiyip, ardından serin boğaz havasında yürüyüş yapmak ihtiyacındadır.


Hiç yorum yok: