10 Ocak 2016 Pazar

Dubai’de Okullarda Zorbalık Olursa... If there will be bullying at schools in Dubai...


Dubai’de tüm okullar, KHDA (Knowledge and Human Development Authority / Bilgi ve İnsan Geliştirme Merkezi) tarafından denetleniyor ve herkese açık bir şekilde okullar notlandırılıyor... Beklentinin üstünde, iyi, beklentiyi karşılıyor, beklentiyi karşılamıyor...

Her okulda KHDA’nın bir masası var. Hatta bizim okulumuzda öyle orta bir yerde ki, görmemen, görünmemen, gözlerinden bir şey kaçması mümkün değil. Geçenlerde  zorunlu bir kontrat imzaladık. Taraflar; veli, okul ve KHDA (yani devlet).

Kontratın pek çok ilginç ve son derece bağlayıcı detaylarının arasında şu madde benim çok ilgimi çekti.
-          Çocuğu ile ilgili herhangi bir psikolojik, zihinsel vs sorunu olan veli, kayıt sırasında okula durumu bildirmek zorundadır. Böyle bir bilgiyi sakladığı ortaya çıkar ise veliden çocuğunu okuldan alması istenebilir. (Yanlış anlamalara sebebiyet vermemek adına, okul bu bilgiyi size kayıtta soruyor zaten ve bünyesinde özel destek birimi olduğunu da söylüyor. Özel durumu olan eğitim alamaz anlamında anlaşılmasın.)

-          Zorbalığa karşı 0 (sıfır) tolerans. (Zorbalığın alanı son derece geniş tutulmuş: Duygusal zorbalık, fiziksel zorbalık, okul sınırları içinde, okul otobüsünde, okulla ilgili aktivitelerde ve hatta sosyal medyada zorbalığa sıfır tolerans)

-          Ellerini kendine sakla.

‘Kontrat olsa ne olur, olmasa ne olur, bu maddeler yazsa ne olur, yazmasa ne olur?’ demeyin. Adamı hoplatıyorlar.

Eğer çocuğunuz zorbalıkla ilgili bir sorun yaşıyor ise...

Önce öğretmen, çözemezse müdür, daha olmadı okulun yönetim kurulu. Duyuna kalma vs... mevzu bahis değil. Her bir birimin sorunu çözmek için ‘5 iş günü’ süresi var. Zamana bırakma, üstünü örtme dürtüsü insanın hamurunda olduğu için ve uzayan süre mağduriyeti arttıracağı ve eğitim kalitesini etkileyeceği için gayet net çözüm süresi konmuş. Her bir sorumlu birim için maksimum 5 iş günü. Adam olan, işini yapan, yapmak isteyen çözer.

Geçen yıl sevgili blogger annelerle bir sohbete katıldım. Aman Allah’ım okullarda ne zorbalık hikayeleri, ne dehşet hikayeleri... Beceriksiz, umursamaz öğretmenler,  kendini sağlama alma çabasındaki okul yönetimleri... Devlet okulları, özel okullar fark etmeden  hikayeler hep aynı...

Memleketin meclisinde yumrukların konuşması normal olunca çocukların birbirlerini saçlarından sürüklemesi, kafalarını yere vurup burnunu kanatması ‘çocuktur...’ dan öteye gidemiyor nedense.

Geçen yıl ve önceki yıllarda bizim okulumuzda da vardı, hala da devam ediyor (muş) böyle bir vak’a. Okul çocuğu atamıyor, çünkü ‘özel durumu’ var; aile mahkemeye verirse kazanıyor (muş). Çocuk öfke nöbetlerine kapılıyor, öğretmen dövüyor, arkadaş dövüyor, gözüne kestirdiğinin boynuna sarılıp boğarcasına sıkıyor. ‘Özel durum’ kapsamında yok efendim duyu bütünlemesi, ilkokul çocuğundan  imza almalar vs gibi geyikler yapılıyor. Çocuk sınıfta sandalyesini duvara fırlatıyor, kalkıp sınıfın ortasına çişini yapıyor, çocukların kafasına vuruyor,çocukların burunları kanıyor, okul aileye haber vermiyor, ‘düştü, kaza oldu’ falan diyor. Rehberlik, akıllara ziyan. Sınırı her aşan çocukta ‘O çocuğun da özel durumunu anlamak lazım.’ diye başlıyor. Mağdurlar anlayacak, sabırlı olacak, mağduriyeti kabullenecek. Rehberlik, çocuk çıldırınca ayaklarından sürüye sürüye bir sınıfa kapatacak. İşini yapmış olacak. Bu yıllardır sürüyor...

Bu çocuğa, çok ama çok yazık... O kesin. Ben rehberlik bölüm başkanı tarafından ayaklarından sürüklenişine, kafası tak tak merdivenlere vura vura indirilişine kendim şahit oldum. Bizim çocuklarımız da defalarca şahit oldu. Durum artık normal oldu. Anneye de çok sabır, ama biraz da izan. Çocuğumu kabul ettirebildiğim bir özel okul buldum, bütün bunlara göz yumarım demek çok acı değil mi? Peki ya diğer çocukların durumu? Diğer çocuklara da çok ama çok yazık değil mi?

Bir krallıkta mı yaşamanız lazım çocuğunuzun güven içinde okula gidip geldiğinden emin olmak için. Hiç olmazsa başvuracağınız bir merci olduğunu bilmek için. Bir şeyhin görevlisinin okullarda illa ki masasının mı olması lazım okulların ‘sorumlu’ olduklarının bilincinde olmaları için?.. Böyle bir kontrat, ucunda da ciddi yaptırımlar mı olması lazım okulların öğretmenlerini bilinçli, duyarlı, yetkin, çözüm odaklı seçmesi ve bu yönde eğitmesi için.

Zorbalığa karşı tolerans 0 (sıfır)’dır, eğer zorbalığı önlemek istiyorsanız. O tolerans 0,5 oldu mu, ama’lar başladı mı, bu sistem işlemez, ona eğitim denmez.

Sadece zorbalık konusunda değil tabi ki eğitim ve öğretimin herhangi bir alanında okul ve veli anlaşmazlığa düştüğünde velilerin ya da okulun KHDA’ya başvurup çözüm isteme hakkı var. Compliance and Resolution Commission (Uyum ve Çözüm Komisyonu)... Bu komisyonun, devletin bir ayağı olduğu düşünülünce aldığı tüm kararlar herkesi bağlayacağı aşikar. Kimsenin ihtiyacı olmasın yeter ki bu aşamalara, ama böyle bir kurumun olduğunu bilmek bile bence okulları daha ciddi hareket etmeye yönlendirmeye yetiyor.

Ve... son sözü KHDA söyler.

‘Okullar tehlikelerden uzak ve duygusal olarak güvenli bir ortam sağlamak zorundadır.’

UAE (Birleşik Arap Emirlikleri) 44. Yıl Kutlamaları UAE National Day 44th


Oğuz, artık Dubai’de... Pek bir coşku ile kutladık 7 Emirliğimizin 44. Birleşme Yıldönümü’nü. Askerlerin geçit törenlerine ‘Kuzey Amerika evleri ve bizonlar’ konulu ilk Fransızca sunumumuza çalışmak uğruna katılamasak da okulumuzda dillere destan kutlamalara coşkuyla katıldık.

2 Aralık’ta hep birlikte UAE (Birleşik Arap Emirlikleri) Ulusal Günü’nü kutladık. Oğuz ve arkadaşları haftalardır Arapça dersinde 7 Emirlik’in İngilizce ve Arapça marşını öğreniyorlar. Arapça’yı pek bir seven Oğuz, banyoda, tuvalette, her yerde UAE şarkısını söyleyip duruyor... ‘h’ların üstüne basa basa. Oğuz sayesinde Dubai ve Abu Dhabi dışındaki 5 Emirliği de öğrenmiş olduk: Ajman, Fujairah, Sharjah, Ras Al Khaimah ve Umm Al Quwain. Bunlardan en zengini ülkenin de başı olan Abu Dhabi Emirliği. Dubai Şeyh’i ise aynı zamanda UAE başbakanı. En çok duyduğumuz diğer Emirlik Sharjahise Dubai’de çalışan işçi nüfusunun büyük bölümünün yaşadığı, hayatın ve kiraların daha ucuz olduğu ve haftanın son okul ve çalışma günüolan perşembeleri okul yönüne doğru trafiği kitleyen emirlik olmanın ötesine geçemedi bizim için.

Dubai’nin bu yıl açılan ve iki dilde eğitim yapan tek okulu İsviçre Okulu pek bir şaşalı ulusal gün kutlamaları düzenledi. Okulun çim futbol sahasına, poni, Arap atı, UAE’nin sembolü şahin ve hatta deve bile getirildi.Oğuz bile ‘Bir gün okulumda deveye bineceğim hiç aklıma gelmezdi doğrusu…’ demeden geçemedi. Tabi ki en çok devenin önünde kuyruk oluşturdu, UAE şapkaları takmış, t-shirtleri ve hatta ulusal kıyafetleri giymiş bir yığın Avrupalı ve araya kaynamış üç-beş Türk çocuk. Öğretmenler okula bayrağın renkleri olan yeşil, kırmızı, siyah, beyaz renklerde elbiseler içinde veya erkekler kandura, bayanlar abayalar içinde geldi. Dubai ulusal kıyafeti kapsamında mayo, t-shirt, parmak arası terlikle gelen İrlandalı öğretmenimiz, Emirati bir annenin hediyesi beyaz kandurayı giydi sonunda... Annenin ta Türkiye’den bu güne özel kutlamalar için aldığı kavuklu sultan kıyafeti dolapta kaldı. Zira diğer okullar herkesin ulusal kıyafetinde okula gelmesini isterken bizim okulumuzda UAE kıyafetleri giyildi bu özel günde.

Kutlamalardan aklımda kalanlar…

Her bir köşede Arap, Bedevi hayatından örnekler hazırlanmış. Tüm hazırlıklar çocuklarında katılacağı bir şekilde düzenlenmiş. Sepet örme köşesinde 50 yaşlarında bir Arap teyze. Yüzüne ‘burga’ takmış… Metalden yapılan, yaşlıca Arap kadınları tarafından takılan bir maske… Hiç yadırgamadı Oğuz. Zira Dubai kitabında görmüştü, okumuştu ve de Iron Man maskesi ile bağlantısını da kurup benimseyivermişti. Sanırım biraz ‘cool’ bile geldi. Sepet yapma girişimimiz pek başarılı olmasa da bütün günden çocuklar çok keyif aldı.

Katılabilen aileler için de tam bir kültürel aktivite oldu. Bedevi çadırlarından, Arap savaş dansına, dev kazanlarda Arap lokması döken, saçta nal pişiren Arap kadınlara, Hena eli süslemelerinin yapıldığı çadırlara kadar her şey düşünülmüştü.Kızlara çiçekli, yapraklı el süslemeleri, oğlanlara Superman ya da yengeç.Hena eli süslemelerine okulda tek katılmayan çocuk Oğuz oldu sanırım. Doğumgünlerindebile yüz boyamalardan bucak bucak kaçan oğlum bir tur daha deveye binmeyi tercih etti.

İki Arap kadın Hena eli yapıyor. Tüm yüzü, gözleri hariç örtülü olan kadın, büyükçe oğlan çocuklarını ‘yallah’ diye öteki taraftaki genç, yüzünü kapatmayan bir abaya giymiş kadına yönlendiriyor. Aman ha eli eline değmesin 7-8 yaşındaki oğlanların!..

Arap savaş danslarını görünce, Ağustos aylarında 50o’yi bulan ve ilan edilmese de kimi zaman geçen, yıllık ortalama sıcaklığınise 23-240’lerde olan bu coğrafyada insanın pek fazla enerjisi olmuyor demek ki demeden geçemiyor insan. Zira iki saat boyunca dıngırdıngır bir müzikte ellerindeki değnekleri bir aşağı bir yukarı sallayıp duruyorlar. Nerede bizim horonun coşkusu demeden edemedik, ne yalan söyleyelim.

Hala bizim için sıcak olan havada bütün gün süren aktivitelerde öğle sıcağında bahçede kurulan majliste (mecliste/çadırda) bol bol hurma ve lokma yedik.

Günün sonunda aklımdan geçenler…

İstanbul’daki uluslararası okullarda ya da Fransız, İtalyan, İngiliz okullarında ulusal gün kutlamaları nasıl oluyor acaba? 23 Nisanlar, 19 Mayıslar, Cumhuriyet Bayramı…  Merak ettim.

Dubai farklı bir yer tabi. Nüfusun %85’i yabancı. Emiratiler hayatın içinde değil. Emirliğin geleceği zaten azalan benzin rezervleri ile birlikte turizmin artması ve yabancı nüfus için bir cazibe merkezi halini koruması üzerine kurulu. Burası Basra Körfezi kıyısına uzanmış, uçsuz bucaksız bir çöl aslında. Emirati nüfusunun yok denecek kadar az olduğu, yoğunlukla Avrupalı expatların çocuklarının okuduğu İsviçre okulunda bile bu kadar kısa bir zamanda küçücük çocuklarda inanılmaz bir Dubai, UAE bilgisi veriliyor. Bunda her okulun girişinde oturan devlet adına kayıtları yapan KHDA’in de rolü büyük tabi. Bu kutlamaları KHDA (Knowledge and Human Development Authority / Bilgi ve İnsan Geliştirme Merkezi) yapmıyor tabi ki, ama her yıl belirli dönemlerde okulları denetliyor ve okullara belirli kriterler doğrultusunda herkese açık olacak şekilde not veriyor ve okulların gelişim alanlarını değerlendiriyor.

Bir dahaki sayımızda okulların denetimi, standartlar konusunda ve çölde durum bu iken memleketimizde eğitim sistemi konuları hakkında devam etmek üzere... Mutlu yıllar!..

Çok dil, çok kültür, çok millet... Many languages, many cultures, many nationalities...


Oğuz, artık Dubai’de... Dubai’nin iki dilde eğitim yapan tek okulu Swiss International Scientific School’da... Geçen ayki yazımızda çift dilde eğitimin avantajlarından söz etmiştik.

‘Çift dilde eğitim gören çocukların sosyal yönden daha güçlü olduğu, değişik ortam ve kültürlere daha kolay uyum sağladıkları ve daha açık fikirli insanlar olarak yetiştikleri düşünülüyor. Araştırmalar bunu söylese de, bu konuda aile içi eğitimin ve kültürün daha baskın olabileceğini düşünmeden edemiyorum.’ diye devam etmiştik.

Oğuz’un yarı Fransız yarı Amerikalı, bir arkadaşı şöyle diyor. ‘Arapça’yı hiç sevmiyorum. Biliyor musunuz niye? Çünkü Araplar Çince’yi taklit edip kendilerine bir dil yaratmış.’ Aynı arkadaşı, Amerikalı annesinin Oğuz’un Türk olduğunu duyunca çok şaşırdığını, ‘Bir Türk aile neden çocuğunu İsviçre okuluna gönderir, hiç anlamıyorum.’ dediğini anlatıyor. Gönderebileceğiniz alternatif okullar zaten Amerikan, Fransız, İngiliz, Hint ya da Arap okulları bu arada. ‘Çocuktan al haberi...’ diye boşuna dememiş Atalar.

Yıllar öncesine gidiyorum. Cenevre’de P&G genel merkezinde öğle tatilinde yoga dersi veriliyor. Ben de her hafta katılıyorum. Meditasyon/Dua odası diye bir oda var binada. Genellikle Araplar gelip namaz vakitlerinde namazlarını bu odada kılıyorlar. Yoga, meditasyon gibi aktiviteler de bu odada yapılıyor. Yoga saatine, başkan seviyesinden, asistana kadar geniş bir yelpazede şirket çalışanlarından katılım var. Yoga sırasında kapı usulca açılıyor, yüzünü görmediğim bir adam içeride ders olduğunu fark edince, özür dileyerek kapıyı kapatıyor. Üst düzey batılı yogacılardan biri, ‘Sanırım bir Arap dua etmeye geldi.’ diyor kıkırdayarak. Yoga öğretmeni; ‘Zannetmiyorum Arap olduğunu. Gelen kişi uzun boylu ve yakışıklıydı.’ diyor. Bu espri herkesin pek hoşuna gidiyor ve herkes katıla katıla gülüyor. ‘Araplar, uzun boylu ve yakışıklı olamaz.’ bu konuşmanın alt yazısı. Muhtemelen, bu yöneticiler dünyanın pek çok yerinde çalışmış, ‘çok ulusluluk, kültürlere saygı vb...’ gibi çok önemli eğitimlere katılmış, değişik milletlerden insanları yönetmiş kişiler. Eğitim, okulda ya da şirkette değil, ailede başlar. Okul, şirket vs üzerine koyabildiğini, kabın alabildiği kadarını koyar veya koyuyormuş gibi gözükür. Bir pencere açar. O pencereden bakmak, görmek, görebildiğini anlamak, doğru anlamak, anlamak için bakmak... gözün, beynin, gönlün kapasitesi kadardır. Dünyanın en ünlü şirketine başkan olsan ne fayda, ülkene başkan olsan, Birleşmiş Milletler başkanı olsan ne fayda?.. Gözünün ve gönlünün kapasitesi ailende aldığın, alacağın görgü kadardır. Gerisi Doğan Cüceloğlu’nun ifadesi ile ‘mış gibi yaşam’ın ötesine geçememektir. ‘Saygılıymış gibi olmak, dünya vatandaşıymış gibi davranmak, vs. vs...’ İşin öteki yanı benim o gün ‘Komik olan ne?’ dememiş olmamdır. Oğlumdan bekliyorum, dimdik durmasını, doğru bildiğinden şaşmamasını... Annesi ne kadar örnek olabilmiştir oğluna, tartışılır.

Oğuzlar okulda, altı hafta boyunca fark yaratan, dünyayı değiştiren kişileri işlediler. Christopher Colombus, Florence Nightengale, Rosa Parks bunlardan bazıları idi. Oğuz, özellikle Rosa Parks’ın hikayesinden çok etkilendi. Ne yalan söyleyeyim, ben Rosa Parks’ı  Oğuz sayesinde tanıdım.

 ‘Rosa Parks, bir Afrika-Amerikalı. Onun derisi siyah.’ dedi Oğuz. ‘Biliyor musun, eskiden Amerika’da derisi siyah olanlar her yere giremiyormuş. Otobüste de derisi beyaz olanlara yer vermeleri gerekiyormuş. Rosa Parks yer vermemiş ve onu hapse atmışlar. Ama sonra  siyahlar da istedikleri yere oturabilmiş...’ diye devam etti. Oğuz bu hikayeden o kadar etkilenmiş ki o hafta boyunca eve geldiğinde Ipad’den hep Rosa Parks ile ilgili bir şeyler bulup okumak, dinlemek istedi. Yine de anlayamadı. ‘Ama neden? Neden beyaz derililer, onu üzmüş, ona kalk demiş? Ama neden? Önce Rosa Parks gelmiş otobüse, neden arkaya geç demişler ona?’

‘Chirtopher Colombus doğunun zenginliklerine ulaşmak için karadan Hindistan ve Çin’e doğru gitmeye korkmuş. Çünkü yolda Türkler varmış. Batıdan dolanarak denizden giderken de yanlışlıkla Amerika’ya gitmiş ama orayı Hindistan sanmış. Neden Türkler’den korkmuş? Neden bizden korkmuş? Doğudan aldığı şeylerin parasını ödemiş mi, çalmış mı? Christopher Colombus iyi miymiş, kötü mü? Bizden korkuyorsa, başkalarının eşyalarını alıyorsa ama kötüdür. Kötü insanları neden öğreniyoruz okulda?..’

Türkiye’de olsak henüz veya hiç bir zaman gündemimize girmeyecek, pek çok açılım kattı okulun sistemi ve uluslararası bir ortamda eğitim görmek bize. Memleketinden uzakta, başka bir ülkenin okulunda, dünya vatandaşı olma çerçevesinde 6 yaşından beklenmeyecek çıkarımlarıyla, o küçücük, sevimli aklı neler neler düşünüyor daha kim bilir?..

Ne kadar temiz, dolambaçsız çocuk aklı, ne kadar hesapsız, net. Dünyanın karmaşıklığına ne güzel gözlerle bakıyor. Burası artık Orta Doğu. Ne kadar hiç bitmeyen yaz tatili desek de, hala gidemediği dünyanın en güzel su kaydırakları vs diye pazarlasak da burası Orta doğu... Bütün renkliliği, canlılığı, karmaşası, kayganlığı, bir öyle bir böyle, bir güneş, bir kum fırtınası, bir en güzel sahillerde keyif, en güzel lokantalarda yemek, öte yandan musluğundan akan arıtılmış (?) deniz suyu... Saçın dayanmaz dökülür, çimenleri sulayan evlerin kirli suyu, insanı ya sabır taşına çevirir ya da çatır çatır çatlatır, patlatır.

Anne, Hintli perdeci Muhammed ile mi uğraşsın, Pakistanlı şoförlerle mi, yoksa Filipinli temizlikçilerle mi? Kuveyt’ten gelen babasına Oğuz anlatır. ‘Annem imdat oldu!..’ Dünya vatandaşı Oğuz, bu işin şu ana kadar şampiyonudur. Zira anne şu an şiddetle Sütiş’te menemen yiyip, ardından serin boğaz havasında yürüyüş yapmak ihtiyacındadır.


İki dilde eğitim... Avantajları ve Zorlukları... Bilingual Education... Advantages and Difficulties...


Oğuz, artık Dubai’de... Dubai’nin iki dilde eğitim yapan tek okulu Swiss International Scientific School’da... Bir hafta bütün dersler İngilizce, bir hafta Fransızca. Arada bir de mecburi 6 saat Arapça...

Sizlerden gelen sorular ve cevaplarım:

1.       Kafaları karışmıyor mu?..

Uzun yıllardır Dubai gibi ultra çok uluslu bir memlekette yaşayan çocuklar zaten alışmış olmalılar. Bizim okulumuzda 50’den fazla milliyet var. Say deseniz inanın ki sayamam o kadar farklı milliyeti. Nüfusun %85’nin yabancı olduğu bir Emirlik burası. Bunun yanında evlerinde zaten iki dil konuşulan çocuklar var. Annenin anadili İngilizce, babanın Fransızca mesela. Dolayısı ile zaten iki dilli ortam onların doğalı. Oğuz gibi çocuklara gelince... İngilizcesi Türkiye’de çok iyi idi. Burada anadili gibi olmadığı gayet açık. Ama konu okumaya gelince sınıfındaki anadili İngilizce olan çocukların pek çoğundan daha iyi.

‘Çift dilde eğitimin avantajlarından söz etmek için dillerin aynı alfabe sisteminde olması gerekir.’ diyor uzmanlar. Bu durumda bizim üçüncü yabancı dilimiz Arapça giriyor gündeme...

Ve... Oğuz İngilizce ödevini yaparken tersten yazmaya başlıyor bir gün aniden. Hala bazen satırın ters tarafından yazmaya doğru gitse de eli  ‘Heee, yine karıştırdım.’ diye düzeltiyor artık kendiliğinden.

Dolayısı ile bizim durumumuzda kafa karışıklığı bazen Arapça’dan kaynaklı olabiliyor.

2.       Ana dili İngilizce veya Fransızca olan çocuklar daha avantajlı değiller mi?..

‘Kesinlikle şu an için daha avantajlılar. Ama eğitim, gelecek için yapılan bir yatırım değil mi zaten?’ deyip uzun vadeli düşünüyoruz. Tabi Fransızca karnemiz ne olur bilemem şimdiden. Çünkü sadece İngilizce eğitimini seçseydik, Oğuz yabancı dil olarak Fransızca veya Almanca alacaktı. Ama biz çift dilde eğitimi seçince derslerin işleyişi ve hedefler farklı oluyor. Fransız okulunda ilkokul 2. sınıf Fransızca dersi, matematik dersi ve konular nasıl işleniyorsa sistem bu şekilde işliyor, Fransızca’yı bilmeyen çocuklara göre değil.

3.       Yazık ona, isyan etmiyor mu, oyuna vakti kalıyor mu?..

Dün akşam ben de ‘yazık ona’ diye düşünmedim değil ne yalan söyleyeyim. Zaten şikayet eden, isyan eden bir çocuk değil. Ne yüklesen yapmaya çalışıyor. Sunumlar hazırlıyor, projeler yapıyor. ‘Çok yoruldum, ne zaman tatil olacak?’ dedi dün akşam. Yine de buradaki ödevlerinin eski okulundaki ödevlere göre daha ilginç olduğunu söylüyor.

İki dilde eğitimin faydaları

Araştırmalar iki dilde eğitim görmüş beyinlerin daha iyi geliştiğini ve hatta yaşlılık yıllarında genç beyinleri aratmayacak keskinlikte olduğunu söylüyor. İki veya hatta daha çok dilde eğitim, beyin gelişimi ve sağlığı için sigorta görevini görüyor.

Böyle bir eğitim sisteminden geçen çocukların görsel problem çözme ve analitik yetilerinin, tek dilde eğitim gören çocuklardan daha iyi olduğu söyleniyor.

‘Çift dilde eğitim normal zihinsel gelişimde her çocuk için çok değerli ve ilginç bir fırsat iken yetenekli çocuklar için ise inanılmaz bir açılım sağlıyor.’ diyor uzmanlar.

Araştırmalar iki dilde eğitimde, çocukların iki dilde de çok yetkin olamayacağı algısını çürütüyor. Bu çocuklarda dili doğru, güçlü kullanma ve ifade yeteneklerinin, tek dilde eğitim gören çocuklara göre daha güçlü olduğu söyleniyor.

Çift dilde eğitim gören çocukların sosyal yönden daha güçlü olduğu, değişik ortam ve kültürlere daha kolay uyum sağladıkları ve daha açık fikirli insanlar olarak yetiştikleri düşünülüyor. Araştırmalar bunu söylese de, bu konuda aile içi eğitimin ve kültürün daha baskın olabileceğini düşünmeden edemiyorum. (Bu da başka bir sayının konusu...)

Yabancı dilde eğitime ne zaman başlamalı?

Yabancı dil eğitimine erken yaşta başlamak önemli. Araştırmalar 3 yaşındaki bir çocuğun 13 yaşındaki bir çocuğa göre yeni bir dili çok daha kolay ve yetkin şekilde öğrendiğini söylüyor.

İki dilde eğitim için ise 9-10 yaşından önce böyle bir sisteme geçilmesinin daha avantajlı olduğunun altı çiziliyor. ‘İki dilde eğitimi seçecekseniz en az 2-3 yıl böyle bir eğitim sisteminde kalmanız gerekir.’ diye ekliyor uzmanlar.

Oğuz, 6 yaşında bu sisteme geçti. Dubai’de hayatımız boyunca yaşamayacağımızı, İstanbul’da böyle bir eğitim imkanının olmadığını ve muhtemelen her 3-4 yılda bir oradan oraya gitme ihtimalimizin yüksek olduğunu düşünürsek, iki dilde eğitimin devamlılığını sağlamak gibi bir yükümlülüğümüz doğdu anne-baba olarak.

Bir taraftan emekli ilkokul öğretmeni, torunlarına ultra düşkün ve anadiline gönülden bağlı anneannemiz her fırsatta hatırlatıyor. ‘Türkçe’yi sakın ihmal etmeyin!..’ diye...

Annenin sorumlulukları artıyor!..


Oğuz Dubai’de... Oguz is in Dubai...


Oğuz, artık Dubai’de... Hala otel evinde, kalıcı evini arıyor. Her baktığımız evden sonra ‘Hala kararlaştıramadık mı evimizi?..Of of yine mi ev bakıcaz, dünyanın en sıkıcı işi bu olmalı...’ diyor. Okuluna başladı ve pek sevdi. Dubai’nin ilk iki dilde eğitim yapan okulu. Swiss International Scientific School...

Swiss International Scientific School’a gideceği için çok heyecanlıdır Oğuz. İki dilde eğitim görecektir. Bir hafta tüm dersler Fransızca, bir hafta tüm dersler İngilizce. Tabi arada 6 saat Arapça.  Biliminsanı olmak isteyen oğlum ‘Scientific’ ismine vurulmuş, İsviçre’yi çok sevdiği için ve bir de Dubai’deki pek çok okulda mecburi olan kravat yerine bu okuldaki rahat, sevimli şort ve t-shirte tav olmuştur.

Okullar Dubai’de 30 Ağustos’ta açılır. Yeni açılan bir okul olduğu için o güne kadar içine girmeden, okula giriş sınavlarını (kendi deyimi ile ödevlerini) Dubai Marina’daki ofis binasında olan Oğuz, okulu için çok heyecanlıdır. Anne hem ‘Bakalım söz verdikleri gibi zamanında her şeyi açabiliyorlar mı?’ diye kontrol etmek için, hem de okul açılış gününden önce Oğuz okulunun içine girsin, sınıf ortamını görsün diye iki gün öncesinden oğlunu okula götürür.

İsviçreliler sözlerini layıkı ile tutmuştur. Bunun rahatlığını yaşarken anne, Oğuz okulana bayılır. Şifreli dolaplara, akıllı, dev sınıflara, her şeye... ‘Dünyadaki en güzel okul bu olmalı.’ der hatta. O anda annenin içi rahatlar. Gel gelelim okulun ilk gününden önceki yatma vakti gelip çatınca ‘Keşke arkadaşlarımdan bir kişi olsun olsaydı okulda, keşke hiç olmazsa bir kişiyi tanısaydım.’ diye başlar ağlamaya... Ve ne kadar da haklıdır. Evini bıraktı, evcil hayvanı gibi bağlandığı arabası satıldı, babası yeni, büyük büyük sorumluluklarıyla Ortadoğu pazarlarında büyük büyük mücadeleler içinde. Annesi Dubai’nin kışın gidilecek yaldızlı bir deniz tatil mekanı olmaktan çıkıp, ‘yaşanan ülke’ olduğu zaman değişen yüzünü görmekten bezgin... Ortadoğu’nun kaygan, vurdumduymaz, sıcaktan, ondan, bundan,  her şeyden bezmiş insanları ile uğraşmaktan pek bir yorulmuş ve bir parça da gerilmiş durumdadır.

Çocuk çocuk olsun ne yapsın?.. Hep neşeli, pozitif; ama onun da küçücük yüreğinde saklanan ve özellikle yatma zamanları ortaya çıkan pek haklı kaygılar...

‘Evimi özledim, oyun odamı, merdivenlerimi, merdivenlerimin tutma yerlerini bile özledim.’ der yatakta.  Kuzenini (kendi hitabı ile Adu’yu), teyzesini, anneannesini, dedesini ve Isavina’yı. Isavina, bizden sonra başka bir yerde hele ki annesinin tavsiyesi ile eski sınıf arkadaşının evinde iş buldu diye pek bir içerlemiştir zira. ‘İsavina beni beklemedi.’ diye içlenir durur.

Anne de ufak ufak da olsa İstanbul’da özlediği şeyleri anlatır Oğuz’a. Oğuz konuştukça rahatlar. Yarın sınıfındaki bütün arkadaşlarının bu duygularla okula geleceğini duyunca çok şaşırır. ‘Hemen hemen herkes yabancı, başka başka diller konuşuyorlar. Burası yeni bir okul olduğu için herkes başka okullardan geldi, kendi ülkelerinde arkadaşlarını bırakıp geldiler. Hepsi keşke biri beni oyuna davet etse... diye düşünüyor içinden.’ ‘Gerçekten mi?’ der Oğuz rahatlayarak.

Dubai’de okullarda iki türkü okul sonrası aktiviteleri yapılıyor. Bir grupta okulun öğretmenlerinin verdiği ücretsiz aktiviteler, diğer grupta da o alanda uzman olan firmaların verdiği ücretli aktiviteler. Okuldaki aktivitelerden Fransızca’yı  seçtik. Dışarıdan verilen aktivitelerden de Oğuz bir Barcelona taraftarı olduğu için Barcelona ile futbolu. İsviçre’de UEFA’nın denetlediği, futbol kampının futbola bir mühendis yaklaşımı ile yaklaşan sisteminden farklı olsalar da hiç fena değiller.

En önemlisi bu kadar değişim arasında en kısa zamanda aidiyet duygusu, ekibin bir parçası olma hissi kazanması Oğuz’un diye düşündük. Oyunu kazandıklarında belki de adını bile bilmediği bir arkadaşı ile sarılıp ‘Oley, oley’ diye bağırdığını duyunca hedefe ulaşma yönünde olumlu bir adım atmış olduğumuzu anladık. Tabi futbol antremanı, açık çim sahada 45 derece altında yapılınca kenardan izleyen annenin başına tek kelime ile güneş geçti. Oğuz nasıl dayandı 45 dakika koşmaya, o mücadeleye bilinmez. Ama antreman bittiğinde inanılmaz keyifli, domates gibi kırmızı ve kan ter içindeydi. Fotoğrafını gönderince anneanne ile dede, ‘Vay kuzum vay’ diye yazmış. ‘Hiç bu sıcakta çocuklara futbol oynatılır mı canım?..’

Arapça öğretmenini çok sevdi, Arapça öğretmeni de Oğuz’a bayıldı. Değişik bir alfabe, çizgilerle yazma Oğuz’a pek bir ilginç geldi. ‘Çok uydurukça...’ dedi ama keyifle anlattı.

Türkçe ve Arapça arasındaki ortak kelimeleri öğrenince de kendini Fransız, Amerikalı... arkadaşlarına göre çok şanslı hissetti. ‘Yallah ya Habibi’ diyormuş öğretmeni... Ağzından düşürmez oldu.

15 kişiler sınıfta. Çoğunluk ana dili Fransızca olan çocuklar, ama Oğuz gibi hiç Fransızca bilmeyen de bir iki çocuk var. Yan sınıfta hatta bir Türk arkadaşı olduğunu öğrendik, tanıştık, çok sevdik. Türkçe kaynatıp durmasınlar diye muhtemelen iki ayrı sınıfa koymuşlar. İkinci hafta yan sınıfa geçtiler, başka bir öğretmen ve tüm dersler İngilizce oldu. İngilizce sınıfına geçince de ana dili Fransızca olan arkadaşlarının İngilizce’sinin pek iyi olmadığını gördü. Bunun normal olduğunu, hepsinin yeni diller öğrendiklerini anladı.

 Ve... ben bugün bu satırları otel evimizden yazarken 15 Eylül, Oğuz’un doğumgünü... Okulda doğumgünü olan çocuklara pasta kesilebildiğini öğrendik. Ninjago pastası istedi Oğuz sınıfına, birazdan alıp okula götüreceğim. Arkadaşları ona doğumgününde Minion sticker’ı hediye etmişler. Aman ne sevindi... Oda da onu bekleyen süprizleri açarken yine Can Bonomo çalıyordu...  

İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki varsın.

Doğumgünün kutlu olsun, iyi ki varsın...

Dubai seninle güzel...


Oğuz Dubai’ye Taşınıyor 2... Oguz is moving to Dubai 2...


Oğuz, Dubai’ye bir kaç defa tatile gitmişti. Dubai’yi pek bir sever. Küçücükken Dubai’nin ‘Arap Kralı’nın Dubai’ye gelen ve annesinin sözünü çok güzel dinleyen çocuklar için gönderdiği çilekli sütleri içmeyi de pek severdi. Oğuz, denizi sever, kumsalı sever, deveye binmeyi, akvaryumları gezmeyi... Ama Dubai dönüp dolaşıp, babanın işi nedeni ile taşınılacak bir ülke olunca işler değişti...

Dubai’ye taşınma planlarını Oğuz ile paylaşınca bizi en çok şaşırtan Oğuz’un evine bağlılığı oldu. Başladı ‘Evim ne olacak?..’ diye. ‘Ben bu evimi çoook seviyorum... Televizyonumu, banyomu, oyuncaklarımı çook seviyorum. Duvardaki resimlerim de mi başkasının olacak?..’ diye hüngür hüngür, dudaklarını titrete titrete ağlayınca işler karıştı.

Biz de evimizi çok ama çok seviyorduk. ‘Hayatımız boyunca İstanbul’da yaşamak istediğimiz ev bu...’  diye düşünsek de finansal açıdan çok avantajlı olacağını düşünerek evi kiraya vermeyi planlıyorduk. Sonunda dedik ki Oğuz bir kökü olduğunu bilsin, hissetsin, bilsin ki burası onun yuvası... Memleketi her ne kadar zor dönemlerden geçse de aidiyet duygusunu kaybetmesin istedik. Yaz tatilinde okullar kapanır, sıcaklık 45⁰’yi bulur ve İstanbul’a kaçılır... Kapısını açıp gireceğimiz yer bir otel odası değil, kendi evimiz olsun, dedik. Ama bu noktaya gelinceye kadar yine de Oğuz’u ikna etmeye çalıştık ne yalan söyleyelim. Evimizi başkasına kiralasak da o yine bizim evimiz, dedik. ‘Böyle bir şey olmaz, artık onların evi olur.’ dedi. Bu noktada ‘tapu’ kavramı gündeme girdi. Babası açtı, evimizin tapusunu gösterdi. Evimizi satmadığımızı, sadece belli bir süre başkasına para karşılığında evimizde oturma hakkı tanıyacağımızı anlattı, anlatmaya çalıştı. Oğuz, tapuya baktı ve ‘Neden burada sadece annemin ve senin ismin yazıyor? Neden Oğuz da yazmıyor?’ dedi. Bir gün hepsinin üzerinden onun ismi yazacağını, küçük çocukların isminin şu anda yazamayacağını anlattık. O ‘bir günün’ ne zaman geleceğini sormadı Allah’tan.

En nihayetinde İstanbul’a geldiğinde evini kullanamayacak olması fikrini içine sindiremeyince, bizim de içimize sinmedi. Ne yalan söyleyelim biz de pek bir rahatladık bu karardan dolayı.

Bir kısım eşyamızı gönderdik Dubai’ye yine de. Oğuz’un anneannesinin aldığı mavi İkea çalışma masası, sandalyesi, çalışma/oyun tahtası, oyun halısı, dünya ve ay lambası, bilumum oyuncakla beraber paketlendi ve gönderildi. İstedik ki buradaki evinden, hayatından, alışık olduğu düzenden bir kaç parça olsun henüz belli olmayan yeni evinde. Dubai’de okullar 30 Ağustos’ta açılıyor. Ödevlerini eski masasında yapsın, düzeninin devam ettiğini hissetsin, istedik. Sevdiği bir hayattan yine seveceği (seveceğini umduğumuz) başka bir hayata geçerken onun rutininin parçası olan eşyalar yeni odasında onu karşılasın istedik.

 Oğuz’un ev konusundaki malına bağlılığını arabamızda da yaşadık. Tutturdu arabamızı satmayalım, diye. Konu araba olunca, bu sefer menkul ve gayrimenkul kavramlarını anlattı babası uzun uzun. Parayı iyi yönetmenin önemini, arabamızı bir yıl kullanmadan otoparkta tutarsak seneye değerinin ne kadar azalacağını anlattı. Aradaki miktar ile neler yapılabileceğini somutlaştırmak için, bu para ile kaç kutu Ninjago legosu alınabileceğini, kaç tatile gidilebileceğini anlattık uzun uzun. Sonunda ikna oldu, gözyaşları ile. Yine de arabamız satıldığı akşam yatağına yatarken, ‘Şimdi arabamız kimin oldu? Ben onu çoook özlüycem.’ diyiverdi. 

Sonuçta Oğuz’a ne kadar da Dubai’ye taşınmayı sanki hiç bitmeyen bir tatil olarak pozisyonlandırsak da aslında gayet iyi anladı; pek çok şey değişiyor...

Evi boşaltmadığımız için mi bilmem ben bile sanki uzun bir tatile gidiyormuşuz gibi hissediyorum zaman zaman. Sanki yıllar önce Polonya’ya, sonra da İsviçre’ye taşınırken daha bir hüzünlü, garip duygular içindeydim. Yoksa çocuklu ve okullu hayatla beraber yeni bir ülkeye taşınıyor olmanın koşturmacası pek bir fazla olduğu için, koşturmacadan fırsat bulup mu duygumu yaşayamadım bilmem...

 Tek yönlü uçak biletimiz, iki gün sonra...  Dubai’den paylaşımlarımızın devam etmesi dileği ile...

Oğuz Dubai’ye Taşınıyor... Oguz is moving to Dubai...


Oğuz, Dubai’ye bir kaç defa tatile gitmişti. Dubai’yi pek bir sever. Küçücükken Dubai’nin ‘Arap Kralı’nın Dubai’ye gelen ve annesinin sözünü çok güzel dinleyen çocuklar için gönderdiği çilekli sütleri içmeyi de pek severdi. Denizi sever, kumsalı sever, deveye binmeyi, akvaryumları gezmeyi... Ama Dubai dönüp dolaşıp, babanın işi nedeni ile taşınılacak bir ülke olunca işler değişti...

Baba ısrarla Oğuz ile konuşmayı kendisi yapmak istediğini söylemiş ve annenin müdahale etmemesi konusunda çok ciddi uyarısını yapmıştı. Son ana kadar Oğuz’a taşınma işini söylemeyip, çocuk için uzunca bir belirsizlik olmasın diye beklemiştik.

Son an?  Ertesi gün Dubai’ye gidilecek ve anne ve babanın daha önce gidip onlarca okul arasından seçtiği 4 okulun sınavına girecek. 

Oğuz, geçen yıl 5 yaşında ilkokula başladığı için Dubai’de hiç bir okul, 2. sınıftan devam etmesini kabul etmiyor. Dubai’de ilkokul 1’e başlamak için 1 Eylül itibarı ile 6 yaşını doldurmuş olmak gerekiyor.  Oğuz, 15 Eylül 2009 doğumlu olunca 15 gün ile anaokulu kapsamına giriyor. ‘Bu yaş çocuğu ilkokulu yapamaz. İlkokul 1 için bile sınav ve mülakat yapmamız gerekir.’ deyince okullar, anne devreye giriyor. ‘Bu çocuk ilkokul 1. sınıfı zaten bitirdi. Madem çocuğu ta İstanbul’dan sırf okul sınavları için Dubai’ye getireceğiz, ilkokul 2 için sınav yapın, hangisini  geçerse o sınıftan başlasın.

Baba: ‘Oğuz, sen Dubai’yi seviyor musun?’
Oğuz: ‘Eveeeeet.  Çok, hem de çook.’
Baba: ‘Ben de çok seviyorum Dubai’yi. Hem de sana çok güzel haberlerim var. Baban, çok güzel bir işe başlayacak Dubai’de.’

Oğuz: ‘Dubai’ye mi yaşınıyoruz?’
Baba: ‘Evet, ne kadar güzel değil mi?’

Oğuz’un önce dudaklar titrer, sonra yanaklardan yaşlar boşanır...  ‘Dubai’ye taşınmak istemiyorum!’

Oğuz ağladığı için çok şaşırmış, donakalmış babamıza sonra soruyorum. ‘Ne bekliyordun? Babacığım, böyle güzel bir görevi aldığın için seni çok tebrik ediyorum, falan mı?’ Anlaşılan babamızın gerçekten de böyle naif bir beklentisi varmış.

Baba, Oğuz’a sarılır, onun da dudaklar titreyip gözler dolmaya başlar.
(Daha biz okulla ilgili hiçbir şey demeden) Oğuz: Okula Dubai’de mi gideceğim?

Oğuz artık hüngür hüngür ağlamaya başlar... ‘Ben arkadaşlarımla okula gitmek istiyorum. Dubai’ye taşınmak istemiyorum.’

Baba: ‘Evet oğlum, ama bak ne güzel orada bir evimiz olacak, kışın bile denize gireceğiz...’
Oğuz: ‘Ben bu evimi çoook seviyoruuum... Televizyonumu, banyomu, oyuncaklarımı çook seviyorum. Duvardaki resimlerim de mi başkasının olacak?’

Baba, Oğuz sarılır ve çok acıklı bir Türk filmi sahnesini yeniden çekerler.

Anne, müdahale etmeme yasağını çiğneyip durumu ele alır: ‘Televizyonun, resimlerin, oyuncakların yine senin. Onları da götüreceksin.’Oğuz’un çoook sevdiği bir kız arkadaşının Dubai’de de evi var. ‘Bak Alya ile buluşursun Dubai’de. Mustafa’nın teyzesi de Dubai’ye taşındı, Mustafa onu ziyarete gittiğinde senin evine gelir. Kerim de Dubai’yi çok seviyor...Arkadaşlarını davet edersin. Kışları Dubai’de yazları da İstanbul’da buluşursunuz.’deyince anne, Oğuz açılmaya başlar. ‘Benim evimde kalabilirler mi?’

Anne: ‘Tabi ki. Evimizi de sen seçersin, arabayı sen seçersin, dünyanın en güzel kaydırakları Dubai’de...  Sonra okulunu da kendin seçersin. Yarın Dubai’ye gidince okullara götürelim seni. Hangisini beğeneceksin bakalım?’

Baba, müdahalesi için anneye teşekkür eder, ertesi gün Dubai’ye gidilir. Ve Oğuz ard arda 4 gün boyunca hayatının ilk sınavlarına girer...

Anneanne dün akşam soruyor. ‘Oğuz nasıldı, neler sordular okullardaki sınavlarda?’

Oğuz: Sınav yapmadılar ki ödev yaptırdılar, matematik ve İngilizce. Bir de futboldan falan konuşmuşlar. Galatasaray, Barcelona ve Brezilya’yı tuttuğunu söylemiş.

Bütün okullardan ilkokul 2 için kabul gören akıllı oğlum...

Kıravat takmamak uğruna üniforması en sevimli olan İsviçre Uluslararası Bilim Okulu’nu seçen oğlum... ‘Olsun Fransızca öğrenirim, yeter ki kıravat olmasın!’ diyen oğlum... Bir diğer okulu logosu ejderha diye beğenen, ama kıravat ve siyah ayakkabı zorunluluğunu duyunca hemen vazgeçen oğlum...

Bir başka okulda... ‘Şimdi 1.5 saatlik bir sınava gireceksin.’ diye eliden tutup onu götüren uyuz kıza bile hayır demeden tıpış tıpış giden görev adamı, uyumlu oğlum... Biz babası ile stresle dışarıda beklerken, binbir dua gönderirken ve hele ki sınavın bilgisayar ortamında olduğunu son anda öğrenip stres olurken... 1,5 saat sonunda büyük bir sevinçle yanımıza gelen ve ‘sınav (onun deyimi ile ödev) laptopta ve hem de mouse bile vardı’ diye büyük bir sevinçle yanımıza gelen oğlum...

Neler sordular dediğimizde ‘mesela 300+400, matematikler, 2’şer 2’şer saymalar, İngilizce şeyler yazma, okuma  falan...’ diyen oğlum. ‘Heee, bir de 3’er 3’er sayma vardı, onu öğrenmemiştik Açı okulumda ama içimden sayarak yaptım.’ diyen oğlum... Yolun açık olsun.

Dubai’den hayatımızı sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz... Herkese iyi tatiller...

Tacizden Korunma... Child Protection from Harassment


Çocuklarımıza, ‘bedenlerinin kendilerine ait olduğunu’ ve ‘Hayır!’ demeyi öğretmeliyiz.

Çocuklarımız kendilerini tehlikelere karşı korumak için gerektiğinde avazı çıktığı kadar bağırmayı bilmeliler.

Çocuklar herkese kendini öptürmek, sevdirmek zorunda değil.

Babaanne, komşu teyze çocuğu öpmek istiyor; çocuk kendini öptürmek istemiyor. ‘Aman babaanne, komşu teyze  kırılmasın...’ diye çocuğun ‘hayır’ deme hakkını, ‘istemiyorsa, istemediği kişiye kendini öptürmeme’ hakkını elinden alıyoruz.

 Zorbalık yapan arkadaşlarına, yabancılara, tehlikeli dünyaya karşı ‘güçlü bir hayır’ı olsun istiyoruz, ama biz kendi ailemizde, anne baba olarak çocuklarımızın ‘hayır’ını çoğu zaman duymuyoruz. Büyüklerin duygularını daha önemli buluyoruz, daha da ötesi kimi zaman çocuklarımızın duygularını pek de umursamıyoruz.

Çocuğun ‘hayır’ını cılızlaştırıyoruz.

Çocuk ‘Doydum!’ diyor. Ağzına zorla son kaşığı tıkmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki çocuğumuzu en içten annelik duygusu ile beslemeye çalışırken ona aslında ‘Sen daha çocuksun. Doyup doymadığını bilemezsin. Kararlarını kendin veremezsin. Büyükler daha güçlüdür ve her zaman onların istediği olur.’ mesajını veriyoruz. Çocuğun ‘Hayır’ını duymuyoruz, cılızlaştırıyoruz.

Çocuklar dudaktan öpülmemeli.

Kendi çocuğum değil mi? Canım öyle istiyor. Dokuz ay karnımda taşıdım, biraz da keyfini süreyim... Şimdi öpmeyeceğim de el kızı, el oğlu aldığında mı öpeyim?.. gibi saçma sapan, bencil, sorumsuz düşüncelerin varsa önce silkin ve anne-baba olma sorumluluğu ile davran. Sen annesi, babası olarak dudağından öpersen, amca oğlu, hala kızı, arkadaşı, sokaktaki sapık... öpmeye kalkınca dudağından bunun yalnış bir şey olduğunu 4-5 yaşındaki çocuk nasıl anlayacak?..

Çocuğun üstü başı, hele ki iç çamaşırı ulu orta yerde değiştirilmemeli.

Çocuk böylece bedenini koruması gerektiği, bedenine kimsenin bakamayacağı mesajını çok küçük yaşlardan beri anlamış olur. Çocuk Bedenime Dokunma Derneği’nin websitesindeki bazı haberleri, paylaşımları okudum, yüreğim ezilerek. Hep aynı noktadan başlıyor, ‘... İlk başlarda anlayamadım... Rahatsız oldum, ama tanımlayamadım...’

Benim en sinir olduğum şeydir, kız veya erkek çocukların sahil mekanlarında çırıl çıplak dolaştırılması, denize sokulması. Niye ki? Mayon nerde, yok mu kilodun, şortun?.. Ortalıkta sapık çok, bu bir gerçek. Çocuk nasıl öğrenecek bedenini korumayı, anne sahilde çırıl çıplak oynatıyorsa? Hiç unutmam yıllar önce Şile taraflarına gitmiştik arkadaşlarımızla. Oğuz henüz doğmamıştı. Arkadaşımızın oğlu 6 yaşlarındaydı. Denize girmek istedi. Anne bir güzel çocuğu soydu ve sahile salıverdi. Etraftan bir teyze ‘... Ama kızım ayıp değil mi?...’ deyince anne bir de üste çıkıverdi. ‘O daha çocuk!..’

İyi dokunuş, kötü dokunuş?

Bloglarda, araştırmalarda bu konu ile ilgili epey yayın okudum. Şu ortak hatayı görüyorum. Çocuk demiş ki ‘...ama biz okulda birbirimize dokunuyoruz.’ O zaman da ‘iyi dokunuş, kötü dokunuş arasındaki fark öğretilmeli’ deniliyor. ‘Hoşlanmadığın dokunuşlar kötü dokunuştur. Yabancıların dokunuşu kötü dokunuştur.’ diye anlatılan yazılar okudum, sinirim kalktı. Elbette iyi dokunuş, kötü dokunuş vardır. Bir annenin çocuğununun saçını okşaması, yatarken sırtını sıvazlaması iyi bir dokunuştur  elbette.  Ama hoşlanma, hoşlanmamayı işin içine sokunca mesajlar karışıyor, ‘tehlike algısı’ azalıyor.

‘Hoşuna gidebilir, ama iyi bir dokunuş değildir!’

‘Sevdiğin, güvendiğin bir arkadaşından, hatta bir büyüğünden bile tehlike gelebilir!’

 Ne yazık ki çocukları istismar eden kişilerin %90’ı aile içinde veya çocuğun tanıdığı ve güvendiği kişilerdir.

‘İyi sır, kötü sır’ çocuğa öğretilmeli. Peki nasıl?..

Arkadaşına, annene, babana bir hediye aldın, süpriz bir doğumgünü partisi düzenledin. Bunu kutlama zamanına kadar söylememek ‘iyi sır’dır. Çünkü söylendiğinde heyecanı kaçar.

Herhangi biri, seni üzdü, rahatsız etti, zorla birşey yaptırdı. ‘Bunu sakın kimseye söyleme!’ dedi. Bu kötü sırdır. Anne, babadan kötü sır saklanmaz. Kötü sır saklamak seni daha çok üzer, sana zarar verir.

Ne yazık ki taciz her yerde olabilir, her yaşa, her yaştan gelebilir; aile içinde, okulda, gezide, hastanede, kilisede, camide, bakımevinde... Çocuklarımızı tacize karşı bilinçlendirmeli ve onlar ile iletişim kanalarını her daim açık tutmalıyız. Onların değişen davranışlarının kötü bir şeylerin habercisi olabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Taciz... Harassment...



Her çocuk ihmal, zulüm ve sömürüye karşı gerektiği gibi korunmalıdır.
Unicef

‘Çocuğun adı yok!’ adlı Ocak sayımızda aşağıdakileri yazmıştık.

...Türkiye’de çocuk seks kölesi sayısı 50 bine ulaştı. Son 3 yılda taciz ve tecavüze uğrayan, adli mercilere yansıyan çocuk sayısı 70 bin. Son 4 yılda ise bu davalarda yaklaşık % 400 artış gerçekleşti.

Türkiye çocuk pornografisinin en yaygın olduğu ülkelerden biri.

Bu memlekette çocuk tacizinden bir yazar mahkum oldu. Belli bir politik görüşe sahip diye nice meslektaşları tarafından koruma duvarına alındı. Metre metre resmi  binalardan sallandırıldı. Bu memlekette tacize uğrayan kız çocuğunun ‘psikolojisinin etkilenmediği’ yönünde doktor, heyet raporları alındı. Elinden alınan çocukluğun, onurun değeri; 13 yıl, 1 ay, 15 gün olarak biçildi. Psikolojik ve sağlık sorunları nedeni ile o yazar salıverildi...

Peki ya istatistiklere, polise yansımayan, örtülen, susulan, yaşanmamış sayılar kaç taciz vakası yaşanıyor memleketimizde?.. Okulumuzda Okul Aile Birliği’nin düzenlediği Türk Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPV) tarafından verilen bir seminere katıldık. Dünyaya korkarak bakar oldum.

Diyorlar ki...

-          Anne-babası ve öğretmenleri tarafından yaşına uygun, doğru bilgi, tutum ve yaklaşımla desteklenen çocuklar özel alanını ve sınırlarını tanımlar.

-          Bedeninin özel, değerli ve kendisine ait olduğunu bilir.

-          Cinsel istismar ve tacizden nasıl korunacağını bilir.

Tacize karşı korunmada, aile içi iletişim kanallarının açık olması çok önemli.  Çocukları ile her gün sohbet ortamı yaratan ailelerde zorbalıkla ve tacizle karşılaşan çocuklar şikayetlerini, sıkıntılarını daha rahat bir şekilde dile getirebiliyorlar. Fiziksel ve sözel tacize karşı korunabiliyorlar.

Seminer sırasında bir anne anlattı. Arkadaşı tatile giderken benzinlikte durmuş. Oğlunu benzinlik tuvaletine yalnız göndermiş. Çocuk bir türlü çıkmak bilmeyince meraklanıp erkekler tuvaletine dalmış. Çocuğu yerde yatıyor, ağlıyor. Tecavüze uğramış!

Fiziksel olarak karşı koyması mümkün değil, böyle bir caniye, ama bağırabilirler. Çocuklarımıza avazı çıktığı kadar bağırmasını öğretmeliyiz.

Başka bir anne 6 yaşındaki kızının okul servisinde abisinin de önünde kendinden yaşça büyük bir öğrenci tarafından kıyafetlerinin çıkartıldığını söyledi. Kızının, abinin ve dahası servis ablasının sessiz kaldığını ve kendisinin de bu olayı çok daha sonrasında öğrendiğini söyledi. Ve bu konuda hiçbir profesyonel destek görmemişler.  Şimdi kızı 7 yaşında imiş. Bu yılı çok zor geçirmişler. Kızı okula gelmek istemiyormuş. Okula gelmek istememesinin nedenini bu konudan tamamen bağımsız, 4+4’ten dolayı okula çok küçük başladığı için olduğunu anlattı. Çok da emindi. Şaşırdım. Semineri veren eğitimci de şaşırdı diye hissettim. Şaşırmama neden olan şeyler:

-          Kız, 6 yaşında, sesi çıkmıyor. Anladım.

-          Abi kaç yaşında? Nasıl sesi çıkmıyor?

-          Böyle bir olay nasıl oluyor da bir süre sonra duyuluyor?

-          Servis ablası bu arada ne yapıyor? Sorumsuz, vicdansız, ahlaksız, sen nerdesin? (Bu arada geçenlerde şaka gibi bir şey duydum. O servis şirketi servis ablalarının serviste olan sorunlarla ilgili bilgileri ailelerle paylaşırlarsa işten atılacaklarına ilişkin bir belge imzalatmış. Servis ablalarından biri bir veliye söylemiş. ‘Aman benden duyduğunuzu söylemeyin, işimden atılırım.’ diye.

-          6 yaşında bir kız çocuğunu soyan o büyük çocuk nerede? Tesbit edildi mi? Ona ne yapıldı?

-          Servis ablası kovuldu mu? Hapiste mi? (Cevabın tabi ki hayır olduğundan o kadar eminim ki.) Başka bir servise mi alındı? Ya da güzel memleketimde hala aynı serviste mi?

-          Servis şirketi ?

-          Çocuk okula gitmek istememeye başlamış. Bu yıl çok zor geçmiş. Anneden hiç ayrılmak istememiş. Ama serviste kıyafetlerinin soyulması konusu ile bu durumun hiç ilgisi yokmuş... Bana çok fazla basit geldi.

Konu çocuklar olunca, çocuklar kendilerini savunamayınca, bağıramayınca, seslerini duyuramayınca, susunca, solunca her şey ne kadar basit. Zoraki bir rahatlama. Aksini kabul etmeye yürek dayanmaz. Ve bu anne nasıl yardım almaz?..

Önüne gelen herkes çocuğu tuvalete götürmemeli...

Geçen gün okulda Oğuz’u beklerken kızlar tuvaletinden bir kız seslendi. ‘Kakamı yaptım, altımı yıkayamıyoruuum...’ Biz Oğuz’a her zaman şunu söylüyoruz. ‘Ev dışında tuvalete gittiğinde dışarıdan kimseyi temizlik yardımı için çağırma. Selpak al, temizlenebildiğin kadar temizlen. Elin de pislense mühim değil. Bol su ve sabunla ellerini yıka, oldu bitti.’

Dört yaşınız gelmiş bir çocuk tuvaletini yardımsız yapabilir. Okullarda öğretmenler bile dahil olmak üzere, temizlik görevlilerinden,  hiç kimseden tuvalet için yardım almamalı çocuklar. Zira tuvalette temizlik görevlileri tarafından cimciklenen çocuklar duyduk. Ve bu olay bizim eski okulumuzda oldu. Ve yönetim ‘Burası cam bir fanus değil, gerçek dünya.’ dedi. Çocuklarımızı gerçek dünyadan koruma sorumluluğumuz hiç mi yok?..

Güvenli tatiller...