Kendine güven
kazanmanın biricik yolu, başarısızlığa yer vermeyecek derecede bir şeye iyi
hazırlanmaktır. F. Nietzsche
Yapabileceğinizi
düşünüyorsanız yapabilirsiniz, yapamayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız. M.
T. Cicero
Biz; Nietzsche ve Cicero arasında
bir yerlerde... Yıkıcı mükemmelliyetçilikten uzakta, yapabileceğinin en iyisi
olma çabasında...
Oğuz’un çok sevdiği iki arkadaşı okulda
bahçe zamanlarında hep futbol oynuyorlar(mış). Oğuz sınıfta devamlı bu
arkadaşları ile oynuyor, ama bahçede futbola katılmayıp onları seyretmeyi
tercih ediyor. Ya da böcekleri araştırmayı, karıncalara ev yapmayı, gemiciliği
ya da korsan oyununu...
Ailece günümüzün en sevdiğimiz ve
pek de sevmediğimiz olaylarını paylaşmaya başlayalı Oğuz da pek bir anlatır
oldu. (Daha öncesinde hep ‘Her şeyi çok sevdim...’ diyordu.) Büyüklerin o koca
dünyasında da olumsuz şeyler olduğunu anlayalı (Tabi uygun bir formatta...)
Oğuz da kendi hayatından hoşuna gitmeyen şeyleri dillendirmeye başladı. Yanında
her zaman güzel bir şeyi de anlatarak.
Dedi ki: ... Ama onlar çok iyi
futbol oynuyorlar.
Dedi ki: ... Ama ben onlar kadar
iyi futbol oynayamam ki. (‘...oynayamıyorum’ değil, ‘oynayamam ki...’ idi bizim
için alarm kelime.
Başka bir akşam, hiç bu konu
açılmamış, tam da gevşemiş uykuya dalmak üzere iken yine dedi ki: ‘Ben neden okulda futbol oynamıyorum, biliyor
musun? Çünkü belki gol yiyebilirim diye.’
O kadar önemli idi futbol onun
için aslında. Kafası, o minik avcu kadar yüreği hala bu konuyla meşguldü. Bizimle
her akşam futbol oynuyordu oysa. Ve çok da güzel oynuyordu. Ama hala
arkadaşlarının ne kadar güzel oynadığını anlatıp duruyordu bize.
Başka bir gün başka iki arkadaşı
ile haftasonu okulun bahçesinde futbol oynuyorlar. (Anne, teşvik etmek için top
getiriyor bahçeye ve oyunu başlatıyor.) Oğuz gol atıyor. Arkadaşı, ‘Ama sayılmaz;
çünkü çok yakından attın.’ diyor. Oğuz fazlası ile kibar ve çekingen bir sesle
‘Ama ama yakından da sayılabilir.’ diyor. Arkadaşı kararlı bir şekilde ‘Hayır
sayılmaz!’ diyor ve oyun devam ediyor. Birazdan arkadaşı yakından bir gol
atıyor ve bu sayılıyor. Oğuz itiraz etmiyor. Anne-baba için ikinci alarm.
Arkadaşı da aslında Oğuz tarzında
bir çocuk; yani bıçkın, hırçın değil. (ki malesef güzel yurdumuzda bıçkınlar ve
hırçınlar kazanıyor. Özgüven bu sanılıyor.) Demek ki bıçkın ve hırçınlarla
futbol ne kadar zorlu bir mücadele alanı miniklerin dünyasında.
Haftasonu okulumuzda Aile Spor
Günü idi. Üçümüz de Brezilya formalarımızı giyerek gittik. Tabi ki seçtiğimiz aktivitelerden
biri ‘futbol’ idi. Spor salonundayız. Çocuklar annelere karşı ve çocuklar
babalara karşı iki maç yapıldı. Çocuklar biraz fazla kalabalık bir ekip oldu. Anne-babalardan
çoğu nedense kenarda; bazıları video çekiyor, bazıları telefonda uzun uzun
konusuyor. Bir de Aile Spor Gününe dadı ile katılan küçük bir grup vardı ki akıllara
ziyan. Neyse ki dadılar sahadan kibarca kenara alınıyor.
Oğuz bu iki oyunun sonunda da
çocuklar kazanmasına rağmen hiç mutlu olmadı, arada hatta ağlamaklı bile oldu.
‘... Ama hep arkadaşlarım benim ayağımdan topu alıp alıp durdu. Ama, ama, ama
biz aynı takımız...’ Arada okul müdürü de aynı hatırlatmayı çok kibar bir
şekilde yaptı çocuklara... Tahmin edileceği gibi sonuç çok fazla değişmedi.
Oğuz 10 kişinin birden girdiği toplara girmedi. ‘Ama zaten o benim ekibimdendi...’
dedi. Bu arada grubun içinde gerçek bir Ronaldinho vardı. Tek kelime ile
muhteşemdi; ondan top alabilecek bir baba yoktu sahana...
Anneler takımı ise kaleci dahil 4
kişi. Annelerden birinin ayağında çizme; spor ayakkabı ve rahat kıyafet duyuruda
belirtilmiş olmasına rağmen. (ki lüzumsuz bir hatırlatma olduğunu düşünmüştüm
duyuruyu okudumda.) O anne de ekibi ile paslaşması gerektiğini ve 5 yaşındaki
bir çocuğun ayağından topu çalacağım derken çizmesi ile çocuğun uyluk kemiğine geçirmemesi
gerektiğini bilmiyor. Bilmediği için kendi oğluna da öğretemiyor. Fark etmiyor.
Ve hatta belki de bundan gurur duyuyor. Ve armut dibine düşüyor ne yapalım.
Senin armut ağacın da benim Sevgili Oğlum... Ve biz akça armut ağacıyız ne çare
ki ve ne mutlu ki.
Özgüvenin tanımı üzerinde hem
fikir miyiz? Bu gruba dışarıdan bakıldığında kim özgüvenli?.. Temmuz sayısına.
Mailım tartışmalara açık...
Sonuç, her Türk oğlan çocuğu
Ronaldinho olmasa da futbol ile şu veya bu şekilde tanışır. Ve bu tanışıklık
farkında olalım ya da olmayalım, arkadaş kabulü, ‘cool’ olma açısından
önemlidir. Özgüvenini arttırır, yaralar ya da alabora eder.
http://www.ekipnormarazon.com/makaleler/10-egitim/42-ozguvenli-cocuk-yetistirmenin-altin-kurallari linkindeki makaleyi okumanızı tavsiye
ederim.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey +
Çocukların ne kadar zor bir dünyası olduğunu anladım (ya da hatırladım...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder