2 Haziran 2014 Pazartesi

Özgüven ve Futbol... Baby & You Haziran 2014


Kendine güven kazanmanın biricik yolu, başarısızlığa yer vermeyecek derecede bir şeye iyi hazırlanmaktır. F. Nietzsche

Yapabileceğinizi düşünüyorsanız yapabilirsiniz, yapamayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız. M. T. Cicero

Biz; Nietzsche ve Cicero arasında bir yerlerde... Yıkıcı mükemmelliyetçilikten uzakta, yapabileceğinin en iyisi olma çabasında...

Oğuz’un çok sevdiği iki arkadaşı okulda bahçe zamanlarında hep futbol oynuyorlar(mış). Oğuz sınıfta devamlı bu arkadaşları ile oynuyor, ama bahçede futbola katılmayıp onları seyretmeyi tercih ediyor. Ya da böcekleri araştırmayı, karıncalara ev yapmayı, gemiciliği ya da korsan oyununu...

Ailece günümüzün en sevdiğimiz ve pek de sevmediğimiz olaylarını paylaşmaya başlayalı Oğuz da pek bir anlatır oldu. (Daha öncesinde hep ‘Her şeyi çok sevdim...’ diyordu.) Büyüklerin o koca dünyasında da olumsuz şeyler olduğunu anlayalı (Tabi uygun bir formatta...) Oğuz da kendi hayatından hoşuna gitmeyen şeyleri dillendirmeye başladı. Yanında her zaman güzel bir şeyi de anlatarak.
Dedi ki: ... Ama onlar çok iyi futbol oynuyorlar.

Dedi ki: ... Ama ben onlar kadar iyi futbol oynayamam ki. (‘...oynayamıyorum’ değil, ‘oynayamam ki...’ idi bizim için alarm kelime.

Başka bir akşam, hiç bu konu açılmamış, tam da gevşemiş uykuya dalmak üzere iken yine dedi ki:  ‘Ben neden okulda futbol oynamıyorum, biliyor musun? Çünkü belki gol yiyebilirim diye.’

O kadar önemli idi futbol onun için aslında. Kafası, o minik avcu kadar yüreği hala bu konuyla meşguldü. Bizimle her akşam futbol oynuyordu oysa. Ve çok da güzel oynuyordu. Ama hala arkadaşlarının ne kadar güzel oynadığını anlatıp duruyordu bize.

Başka bir gün başka iki arkadaşı ile haftasonu okulun bahçesinde futbol oynuyorlar. (Anne, teşvik etmek için top getiriyor bahçeye ve oyunu başlatıyor.) Oğuz gol atıyor. Arkadaşı, ‘Ama sayılmaz; çünkü çok yakından attın.’ diyor. Oğuz fazlası ile kibar ve çekingen bir sesle ‘Ama ama yakından da sayılabilir.’ diyor. Arkadaşı kararlı bir şekilde ‘Hayır sayılmaz!’ diyor ve oyun devam ediyor. Birazdan arkadaşı yakından bir gol atıyor ve bu sayılıyor. Oğuz itiraz etmiyor.  Anne-baba için ikinci alarm.

Arkadaşı da aslında Oğuz tarzında bir çocuk; yani bıçkın, hırçın değil. (ki malesef güzel yurdumuzda bıçkınlar ve hırçınlar kazanıyor. Özgüven bu sanılıyor.) Demek ki bıçkın ve hırçınlarla futbol ne kadar zorlu bir mücadele alanı miniklerin dünyasında.

Haftasonu okulumuzda Aile Spor Günü idi. Üçümüz de Brezilya formalarımızı giyerek gittik. Tabi ki seçtiğimiz aktivitelerden biri ‘futbol’ idi. Spor salonundayız. Çocuklar annelere karşı ve çocuklar babalara karşı iki maç yapıldı. Çocuklar biraz fazla kalabalık bir ekip oldu. Anne-babalardan çoğu nedense kenarda; bazıları video çekiyor, bazıları telefonda uzun uzun konusuyor. Bir de Aile Spor Gününe dadı ile katılan küçük bir grup vardı ki akıllara ziyan. Neyse ki dadılar sahadan kibarca kenara alınıyor.

Oğuz bu iki oyunun sonunda da çocuklar kazanmasına rağmen hiç mutlu olmadı, arada hatta ağlamaklı bile oldu. ‘... Ama hep arkadaşlarım benim ayağımdan topu alıp alıp durdu. Ama, ama, ama biz aynı takımız...’ Arada okul müdürü de aynı hatırlatmayı çok kibar bir şekilde yaptı çocuklara... Tahmin edileceği gibi sonuç çok fazla değişmedi. Oğuz 10 kişinin birden girdiği toplara girmedi. ‘Ama zaten o benim ekibimdendi...’ dedi. Bu arada grubun içinde gerçek bir Ronaldinho vardı. Tek kelime ile muhteşemdi; ondan top alabilecek bir baba yoktu sahana...

Anneler takımı ise kaleci dahil 4 kişi. Annelerden birinin ayağında çizme; spor ayakkabı ve rahat kıyafet duyuruda belirtilmiş olmasına rağmen. (ki lüzumsuz bir hatırlatma olduğunu düşünmüştüm duyuruyu okudumda.) O anne de ekibi ile paslaşması gerektiğini ve 5 yaşındaki bir çocuğun ayağından topu çalacağım derken çizmesi ile çocuğun uyluk kemiğine geçirmemesi gerektiğini bilmiyor. Bilmediği için kendi oğluna da öğretemiyor. Fark etmiyor. Ve hatta belki de bundan gurur duyuyor. Ve armut dibine düşüyor ne yapalım. Senin armut ağacın da benim Sevgili Oğlum... Ve biz akça armut ağacıyız ne çare ki ve ne mutlu ki.

Özgüvenin tanımı üzerinde hem fikir miyiz? Bu gruba dışarıdan bakıldığında kim özgüvenli?.. Temmuz sayısına. Mailım tartışmalara açık...


Sonuç, her Türk oğlan çocuğu Ronaldinho olmasa da futbol ile şu veya bu şekilde tanışır. Ve bu tanışıklık farkında olalım ya da olmayalım, arkadaş kabulü, ‘cool’ olma açısından önemlidir. Özgüvenini arttırır, yaralar ya da alabora eder.


Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Çocukların ne kadar zor bir dünyası olduğunu anladım (ya da hatırladım...)

Hiç yorum yok: