2 Haziran 2014 Pazartesi

Başladığını Bitirmek... Baby & You Mart 2014


Pes etme şansı olduğunu bilse idi pes ederdi belki de benim minik oğlum... Yoruldum diyor bazı bazı, kimi gerçek, kimi oyun... Ama böyle bir annesi olunca, başladığını bitirmek zorunda olmak dışında bir şansı olduğunu hiç bilmedi benim mücadeleci küçük oğlum...

 
Şubat tatilinde kayağa gittik. Anne-baba kayak tutkunu değil. İsviçre’de yaşadığımız dönemde ‘kayak memleketinde ayıp olmasın’ diye bir parça kaymışlığımız var elbet. Dağı, karı, doğayı severiz her daim. Ama ne yalan söylemeli; ‘O taş gibi sert, ağır, insanın kemiklerini ezen kayak ayakkabılarını giy; kaskıydı, çubuğu idi, kayakları idi; taşı et. Tırsa tırsa kay. Sonra bir hafta dizlerin ağrısın, babaannem gibi sızlan dur...’ diye düşünmeden de olmuyor. Her şeye rağmen ‘Madem bu kayak memleketini bu kadar seviyoruz, Oğuz’un buradaki tüm arkadaşları da kayıyor... Öyleyse kaymayı yerinde, doğru düzgün, güvenli bir şekilde öğrenmeli.’ dedik. Oğuz da heyecanla bu kayak tatilini beklemişti. Kayak dersine de ihtiyacı olmadığını, zaten kaymayı bildiğini söylüyordu. Zira Caillou’yu kayarken izlemişti ve bu işi çok eğlenceli ve kendince kolay bulmuştu.

Kayakları ayağına takıyor, kayak öğretmeninin elinden tutup kaya kaya gidiyor. Bu iş gerçekten de çoook kolay başlıyor. Kendi ilk seferimi düşününce, ‘Ağaç yaşken eğilir; dizler, kemikler sağlamken kayak işi küçük yaşta öğrenilir ve sevilir.’ diyorum. Pistlerin yanındaki sevimli kafede dışarıda buz gibi havada sıcak sıcak kahvemi yudumluyorum. Sonra çocukların fotoğraflarını çekmek için telesiyejlerin olduğu yere doğru gidiyorum. (Zira yeğenim Bengisu da bizimle geldiği için iki çocuklu idik bu tatilde.) Oğuz, bacağının arasına kıstırmış çubuğu, bir güzel tutunup çıkıyor yamacı. Anne gururla çekimler yaparken Oğuz anneyi fark ediyor. ‘Mummy, I am tired.../ Anneee, yoruldum.’ diye ağlamaya başlıyor ve öğretmeni de anlasın ister gibi İngilizce ağlıyor. ‘Hadi oğlum, süper kayıyorsun.’ deyip uzaklaşıyor hain anne. Sonradan öğreniyorum ki telesiyejden inerken tepede birkaç kez düşmüş. ‘Düşüp kalkmadan kaymayı ya da herhangi bir şeyi kim öğrenmiş...’ diye geçiştiriyor hain anne.

Bu arada da gerçekten de gayet iyi kayıyor, azman oğlum; ama 1,5 saatin sonunda yüzü pek bir ekşimiş olarak geliyor.  

Ertesi gün çok daha sempatik olduğunu düşündüğümüz diğer öğretmenden alıyoruz özel dersi. Anne de kayacak o gün. Ayağını demir testeresi gibi kesen kayak ayakkabıları ile yürümeye çalışırken Oğuz  ‘Kaymayacağım, kaymak çünkü çooook zor...’ diye ağrıza çıkartıyor. Ne mümkün hem kendi kayaklarına, hem de Oğuz’a sahip çıkmak.  Annenin sırtından o ayazda ter damlarken çıkartıyor kendi kayaklarını ve Oğuz’u ağlata ağlata, binbir gazla kayak öğretmenine teslim ediyor. Oğuz yaşında kendi torunları da olan, amma velakin dede demeye taş çıkartan Claude, ‘Let’s dance/hadi dans edelim.’ deyip Oğuz’u bacaklarının arasında telesiyeje çıkartıyor. 1,5 saatin sonunda Oğuz gayet başarılı, bu sefer ekşimeden, nötr bir memnuniyetle geri geliyor. Sonra kısa bir öğle yemeği ve Piou Piou denilen 2,5 saatlik küçük minikler için Kayak Okulu ve de tabi ki Fransızca konuşuluyor sadece. Hiç durmadan bir çocuk ağlıyor sırada, hain Fransız anne-baba bırakıp gidiyorlar zavallı çocuğu. Çocuğun ağlaması kafeye kadar geliyor. ‘Yazıııık...’ diyoruz.

Ertesi gün Oğuz, daha pistlere gitmek için arabaya binmeden başlıyor mızlanmaya. Yarım saat boyunca saniye durmadan ‘Ben kaymak istemiyorum. Ben kaymak is-te-mi-yo-rum.’ deyip duruyor. Böyle durumlarda ne kadar az laf, o kadar iyi, diye düşünürüm hep. Oğuz’un git gide monotonlaşan protestosu eşliğinde, bu sefer kayak okuluna biz bırakıyoruz ağlayan biricik oğlumuzu. Karşı koymuyor, ama ağlıyor da ağlıyor. ‘...Çünkü kayak çok zor...’  ‘Güzel şeyler zordur. Ama sen çoook iyi kayıyorsun. Ve sen kaymak istediğin için buradayız annecim.’

Bu sefer bizim oğlumuzun ağlama sesi kafede. Bir süre sonra malumun ilanı olarak ses kesiliyor. Minikler sıra olmuş, yürüyen bantlarda kayakları ile gidiyorlar, sonra mini yamaçlara geliyorlar. Etrafı kapalı, son derece güvenli, rüya gibi bir oyun parkı. 2,5 saat kayak dersinin maliyeti de 25 CHF (65 TL yaklaşık). Koca ayıların altından eğilerek kayıyorlar, derken bir iglu çıkıyor karşılarına. İglunun içinden bir tünelden geçiyorlar, sonra bir penguen... Macera dolu parkurlar... Böyle bir imkanı memleketimizde bulamayacağımızı bilerek ‘Buralara kadar geldik; değerlendirmeli.’ diye düşünüyoruz. Bir süre sonra pistin yanına gidip izliyoruz. Dersin başında ağlayarak bıraktığımız minik oğlum gururla gülümsüyor şimdi bize. Ders bitiminde ‘Nasıl kaydığımı çektin mi anne? Hiç düşmedim.’ diyor. Bir de öğretmenlerin bir tek Türkçe‘hadi’ demeyi bildiklerini anlatıyor. ‘Allez...’ yi hadi diye anlamış olacağını düşünerek gülüyoruz.

Kayak gerçekten de zahmetli, zor bir spor. Çok yoruldu Minik Oğuz, ama başardı. Başardığını gördü. Tamamladı. Ağlayarak birşeylerden kaçamadığını zaten biliyordu. Yine de şansını denedi. Bir kez daha anladı ağlamakla birşey elde edemeyeceğini. Anne ve baba da o kayak dersindeyken başbaşa süper keyifli. Zira baba da daha önceki günlerde kaydığı için çoook yoruldu.


Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Kayak anne için eskisinden de zor bir spor oldu.

Hiç yorum yok: