Pes
etme şansı olduğunu bilse idi pes ederdi belki de benim minik oğlum... Yoruldum
diyor bazı bazı, kimi gerçek, kimi oyun... Ama böyle bir annesi olunca, başladığını
bitirmek zorunda olmak dışında bir şansı olduğunu hiç bilmedi benim mücadeleci
küçük oğlum...
Şubat tatilinde kayağa gittik. Anne-baba kayak tutkunu değil.
İsviçre’de yaşadığımız dönemde ‘kayak memleketinde ayıp olmasın’ diye bir parça
kaymışlığımız var elbet. Dağı, karı, doğayı severiz her daim. Ama ne yalan söylemeli;
‘O taş gibi sert, ağır, insanın kemiklerini ezen kayak ayakkabılarını giy;
kaskıydı, çubuğu idi, kayakları idi; taşı et. Tırsa tırsa kay. Sonra bir hafta
dizlerin ağrısın, babaannem gibi sızlan dur...’ diye düşünmeden de olmuyor. Her
şeye rağmen ‘Madem bu kayak memleketini bu kadar seviyoruz, Oğuz’un buradaki
tüm arkadaşları da kayıyor... Öyleyse kaymayı yerinde, doğru düzgün, güvenli
bir şekilde öğrenmeli.’ dedik. Oğuz da heyecanla bu kayak tatilini beklemişti. Kayak
dersine de ihtiyacı olmadığını, zaten kaymayı bildiğini söylüyordu. Zira
Caillou’yu kayarken izlemişti ve bu işi çok eğlenceli ve kendince kolay
bulmuştu.
Kayakları ayağına takıyor, kayak öğretmeninin elinden tutup kaya
kaya gidiyor. Bu iş gerçekten de çoook kolay başlıyor. Kendi ilk seferimi
düşününce, ‘Ağaç yaşken eğilir; dizler, kemikler sağlamken kayak işi küçük
yaşta öğrenilir ve sevilir.’ diyorum. Pistlerin yanındaki sevimli kafede
dışarıda buz gibi havada sıcak sıcak kahvemi yudumluyorum. Sonra çocukların fotoğraflarını
çekmek için telesiyejlerin olduğu yere doğru gidiyorum. (Zira yeğenim Bengisu
da bizimle geldiği için iki çocuklu idik bu tatilde.) Oğuz, bacağının arasına
kıstırmış çubuğu, bir güzel tutunup çıkıyor yamacı. Anne gururla çekimler
yaparken Oğuz anneyi fark ediyor. ‘Mummy, I am tired.../ Anneee, yoruldum.’
diye ağlamaya başlıyor ve öğretmeni de anlasın ister gibi İngilizce ağlıyor. ‘Hadi
oğlum, süper kayıyorsun.’ deyip uzaklaşıyor hain anne. Sonradan öğreniyorum ki
telesiyejden inerken tepede birkaç kez düşmüş. ‘Düşüp kalkmadan kaymayı ya da
herhangi bir şeyi kim öğrenmiş...’ diye geçiştiriyor hain anne.
Bu arada da gerçekten de gayet iyi kayıyor, azman oğlum; ama 1,5
saatin sonunda yüzü pek bir ekşimiş olarak geliyor.
Ertesi gün çok daha sempatik olduğunu düşündüğümüz diğer
öğretmenden alıyoruz özel dersi. Anne de kayacak o gün. Ayağını demir testeresi
gibi kesen kayak ayakkabıları ile yürümeye çalışırken Oğuz ‘Kaymayacağım, kaymak çünkü çooook zor...’ diye
ağrıza çıkartıyor. Ne mümkün hem kendi kayaklarına, hem de Oğuz’a sahip
çıkmak. Annenin sırtından o ayazda ter
damlarken çıkartıyor kendi kayaklarını ve Oğuz’u ağlata ağlata, binbir gazla
kayak öğretmenine teslim ediyor. Oğuz yaşında kendi torunları da olan, amma
velakin dede demeye taş çıkartan Claude, ‘Let’s dance/hadi dans edelim.’ deyip
Oğuz’u bacaklarının arasında telesiyeje çıkartıyor. 1,5 saatin sonunda Oğuz
gayet başarılı, bu sefer ekşimeden, nötr bir memnuniyetle geri geliyor. Sonra
kısa bir öğle yemeği ve Piou Piou denilen 2,5 saatlik küçük minikler için Kayak
Okulu ve de tabi ki Fransızca konuşuluyor sadece. Hiç durmadan bir çocuk
ağlıyor sırada, hain Fransız anne-baba bırakıp gidiyorlar zavallı çocuğu.
Çocuğun ağlaması kafeye kadar geliyor. ‘Yazıııık...’ diyoruz.
Ertesi gün Oğuz, daha pistlere gitmek için arabaya binmeden
başlıyor mızlanmaya. Yarım saat boyunca saniye durmadan ‘Ben kaymak
istemiyorum. Ben kaymak is-te-mi-yo-rum.’ deyip duruyor. Böyle durumlarda ne
kadar az laf, o kadar iyi, diye düşünürüm hep. Oğuz’un git gide monotonlaşan protestosu
eşliğinde, bu sefer kayak okuluna biz bırakıyoruz ağlayan biricik oğlumuzu.
Karşı koymuyor, ama ağlıyor da ağlıyor. ‘...Çünkü kayak çok zor...’ ‘Güzel şeyler zordur. Ama sen çoook iyi
kayıyorsun. Ve sen kaymak istediğin için buradayız annecim.’
Bu sefer bizim oğlumuzun ağlama sesi kafede. Bir süre sonra
malumun ilanı olarak ses kesiliyor. Minikler sıra olmuş, yürüyen bantlarda
kayakları ile gidiyorlar, sonra mini yamaçlara geliyorlar. Etrafı kapalı, son
derece güvenli, rüya gibi bir oyun parkı. 2,5 saat kayak dersinin maliyeti de
25 CHF (65 TL yaklaşık). Koca ayıların altından eğilerek kayıyorlar, derken bir
iglu çıkıyor karşılarına. İglunun içinden bir tünelden geçiyorlar, sonra bir
penguen... Macera dolu parkurlar... Böyle bir imkanı memleketimizde
bulamayacağımızı bilerek ‘Buralara kadar geldik; değerlendirmeli.’ diye
düşünüyoruz. Bir süre sonra pistin yanına gidip izliyoruz. Dersin başında
ağlayarak bıraktığımız minik oğlum gururla gülümsüyor şimdi bize. Ders
bitiminde ‘Nasıl kaydığımı çektin mi anne? Hiç düşmedim.’ diyor. Bir de öğretmenlerin
bir tek Türkçe‘hadi’ demeyi bildiklerini anlatıyor. ‘Allez...’ yi hadi diye
anlamış olacağını düşünerek gülüyoruz.
Kayak gerçekten de zahmetli, zor bir spor. Çok yoruldu Minik Oğuz,
ama başardı. Başardığını gördü. Tamamladı. Ağlayarak birşeylerden kaçamadığını
zaten biliyordu. Yine de şansını denedi. Bir kez daha anladı ağlamakla birşey
elde edemeyeceğini. Anne ve baba da o kayak dersindeyken başbaşa süper keyifli.
Zira baba da daha önceki günlerde kaydığı için çoook yoruldu.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Kayak anne için eskisinden
de zor bir spor oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder