5 Haziran 2014 Perşembe

Özgüven ve Yıl Sonu Gösterileri... Confidency and Year End Shows...


Koca bir okul yılını geride bırakıyoruz. Geçen hafta okulumuzda yıl sonu gösterisi vardı. Çocuklarımız iki aydır bu güne hazırlanıyorlar. Oğuz bilimadamı ve uzay korsanı. Uzayı merak ediyor, uzaydaki farklı yaşamları araştırıyor, korsanlara karşı uzay maymunlarının imdadına koşuyorlar...

Okul müdürü, gösterinin başında 5 yaş grubu çocuklar ile böyle bir gösteriyi sahneye hazırlama aşamasını, harcanan emeği ve duyulan keyfi anlattı. Konuşması için hazırlık yaparken internette karşılaştığı ilginç bir konuyu paylaştı bizlerle. Amerika’da prestijli bir anaokulunun web sitesinde; ‘...Artık yıl sonu gösterileri yapmıyoruz...’ diye yazmışlar. ‘...Çünkü bu gösteriler için yapılan hazırlıklar çocukların aktivite zamanlarından, okuma-yazma çalışmalarından çalıyor ve onların uzun vadede geri kalmasına neden oluyor...’ diye açıklamışlar.

Bizde de benzer düşüncede okullar var, malesef. Kaliteli bir gösterinin arkasında öğretmeninden öğrencisine kadar çok ciddi bir emek var. Ortaya konulan bu emeğin, harcanan vaktin bu yaş grubunda sonuca yansımayacağına inanan; daha doğrusu kendisi böyle bir gösteriyi ortaya koyma yeteneğinde ve isteğinde olmayan okullar var, ne yazık ki.

Oysa bütün bir sınıf olarak, farklı farklı öğretmenler ile yapılan bu geniş ekip çalışması, tüm hazırlık aşamaları; okuma-yazma, kesme-biçme... çalışmalarından çok daha önemli kazanımlar sağlayacaktır. Koca bir salonun önüne çıkmak, sahnede nerede duracağını bilmek, sözlerini, hareketlerini ezberlemek, oyunun akışını takip etmek... Bir projeye başlamak, süreci yaşamak ve sonuca ulaşmak... Pek çok yetişkin için bile oldukça zor ve hatta ürkütücü olsa gerek. Bunu yapanlar 5 yaş grubu çocuklar... (3 yaş ve 4 yaş grupları da kendi gösterilerini yaptılar bu arada.)

En güzel kazanım ise böyle bir çalışmayı, keyif alarak yapmak ve sonlandırmak!

Bir de zıt kutupta bunu çocuklara büyük bir baskı ve gerginlikle dayatan, başarılı olma ya da olmama kriteri ile lanse eden okullar var malesef. Başarıyı süreçte değil, tek bir kriterde, yani sahnede harfi harfine cümlelerini söyleyebilmek olarak gören okullar var. Ne yazık ki  bu gerginliği sahne arkasında çocuklara da yansıtıyorlar.

Geçen yılki gösterimizde Oğuz beni bırakmamış, öğretmenlerimiz de sahne arkasında kalmama izin vermişlerdi. Bütün hazırlığı görme ve hatta yardımcı olma keyfini yaşamıştım. Bu yıl, seyircilerin arasında yerimi aldım. Sonrasında ‘Sahne arkasında beklerken ne yaptınız?’ dedim Oğuz’a... Kostümlerini giydiklerini, yelpaze ve uçak yaptıklarını söyledi. ‘Oyun oynadık.’ dedi.


Oğuz’un ilk piyano resitali...

Çocuklarımızda özgüveni, doğru ve sağlam bir şekilde geliştirmenin en güzel yolu onları yetenekleri doğrultusunda spor ve sanat aktivitelerine yönlendirmek. Sayfamızı takip edenler bilir; Oğuz bu yıl okulunda piyano dersleri almaya başladı.

Öğretmenimizin de sevecenliği ve ortak disiplin anlayışımız ile düzenli olarak haftada iki gün piyanoya devam ettik. Konu yıl sonu konserine gelince ‘Anaokulu öğrencilerimizi kendileri ister ise konsere çıkartıyoruz; ama istemezler ise kesinlikle zorlamıyoruz. Önemli olan piyanoyu sevmeleri ve devam etmeleri.’ dediler.

Oğuz’un annesini dört yıldır bu sayfalardan tanımış olanların tahmin edebileceği üzere konsere çıkmamak bizim için bir seçenek değil, ancak kaçırılan bir fırsat olurdu.

Bize düşen Oğuz’u konsere çıkmayı isteme konusunda ‘motive’ etmek oldu. Arada bir, zayıf bir sesle de olsa ‘İstemiyorum.’ dedi. Duyduk, anladık. Ama ‘Bir canı isterse, bir canı istemez ise’ yapmadık. Sticker ile, övgü ile, Daninolu içecek ile ödüllendirerek devam ettik piyano eğitimine.

Konser parçasını Oğuz kendi seçti; Old McDonald Had a Farm. Uzun uzun haftalarca (arada değişiklik adına başka parçalara geçsek de) hep ama hep bu parçaya hazırlandık.

Konser günü yaklaştı. Oğuz öğretmeni ile beraber çıkmak istedi sahneye. ‘İstersen öğretmenin ile çıkabilirsin sahneye ve hatta istersen öğretmenin ile çalabilirsin parçanı. Sen çok iyi hazırlandın. İstersen kendi başına da hepsini yapabilirsin.’ dedik. Gayet ‘cool’ bir şekilde ‘Eğer istersem...’ dedi. Seçim yapabilme hakkı olduğunu öğrendi ve seçim yapabilme rahatlığını yaşadı.

Büyük günden bir gün önce zaten piyano konser provalarını yapmışlardı. Son birkaç dersini de  sahnedeki ‘büyüüüük’ piyanoda yaptırmıştı zaten öğretmeni. Dolayısıyla hiç bir çocuk için ilk defa gördükleri, ne yapılacağını heyecanla bekledikleri bir ortam değil.

Konser günü yarım saat önce çocukları kapıda öğretmenlerine teslim ettik; salonda en öndeki yerimizi aldık, daha doğrusu heyecanla kaptık. Oğuz sonlarda çıktı sahneye, elinde notaları... Tek başına piyanosunun başına gitti; oturdu. Şöyle bir çapkın çapkın bize baktı. Hatasız parçasını çaldı. Kalktı, o komik selamını verdi. Salonda alkış koptu ve notalarını piyanonun üzerinde unutarak sahne arkasına pek bir hızlı adımlarla geri döndü. Babası Oğuz’a üzerinde ‘En iyi piyanist ödülü’ yazdığımız mini kupasını verdi.

O gün bugündür Oğuz evde de sık sık piyano çalmak istiyor. Bizi kanepeye diziyor. ‘Tıpkı konserdeki gibi yapacağım.’ diyor. Selamını veriyor, konser parçasını ve ardından da ‘şimdi kendi bestelerim’ diyerek çılgınlar gibi kendi bestelerini çalıyor.

Bir grup minik, katılmadı konsere. Onların öğretmeni, ‘Bu yaş grubunda konser baskısını yaşayıp, yapamazlar ise piyanodan soğumalarını istemiyorum.’ demiş ailelere. Çocuklarımıza baskı yaşatmamak konusunda hem fikirim. Ama biz onlara inanmazsak, onlar da kendilerine inanamaz. Bir konserde ya da bir gösteride başarı; notalarını hatasız çalmak, sözlerini, hareketlerini hatasız sergilemek değil sadece. Önemli olan ve hayat boyu kalacak olan; hata yapsa bile süreçten keyif almak, o küçücük ayakları ile o sahneye çıkabilme cesaretini gösterebilmektir. Bizlere düşen ise miniklerimize destek olmak ve onlara özgüvenlerinin gelişebileceği bir ortam hazırlayabilmek. (...ve bu da çook emek ister...)

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Çocukların ne kadar zor bir dünyası olduğunu anladım.  (ya da hatırladım...)

Hiç yorum yok: