Koca bir okul
yılını geride bırakıyoruz. Geçen hafta okulumuzda yıl sonu gösterisi vardı. Çocuklarımız
iki aydır bu güne hazırlanıyorlar. Oğuz bilimadamı ve uzay korsanı. Uzayı merak
ediyor, uzaydaki farklı yaşamları araştırıyor, korsanlara karşı uzay
maymunlarının imdadına koşuyorlar...
Okul müdürü, gösterinin başında 5 yaş grubu çocuklar
ile böyle bir gösteriyi sahneye hazırlama aşamasını, harcanan emeği ve duyulan
keyfi anlattı. Konuşması için hazırlık yaparken internette karşılaştığı ilginç
bir konuyu paylaştı bizlerle. Amerika’da prestijli bir anaokulunun web
sitesinde; ‘...Artık yıl sonu gösterileri yapmıyoruz...’ diye yazmışlar. ‘...Çünkü
bu gösteriler için yapılan hazırlıklar çocukların aktivite zamanlarından,
okuma-yazma çalışmalarından çalıyor ve onların uzun vadede geri kalmasına neden
oluyor...’ diye açıklamışlar.
Bizde de benzer düşüncede okullar var, malesef.
Kaliteli bir gösterinin arkasında öğretmeninden öğrencisine kadar çok ciddi bir
emek var. Ortaya konulan bu emeğin, harcanan vaktin bu yaş grubunda sonuca
yansımayacağına inanan; daha doğrusu kendisi böyle bir gösteriyi ortaya koyma
yeteneğinde ve isteğinde olmayan okullar var, ne yazık ki.
Oysa bütün bir sınıf olarak, farklı farklı öğretmenler
ile yapılan bu geniş ekip çalışması, tüm hazırlık aşamaları; okuma-yazma, kesme-biçme...
çalışmalarından çok daha önemli kazanımlar sağlayacaktır. Koca bir salonun
önüne çıkmak, sahnede nerede duracağını bilmek, sözlerini, hareketlerini
ezberlemek, oyunun akışını takip etmek... Bir projeye başlamak, süreci yaşamak
ve sonuca ulaşmak... Pek çok yetişkin için bile oldukça zor ve hatta ürkütücü
olsa gerek. Bunu yapanlar 5 yaş grubu çocuklar... (3 yaş ve 4 yaş grupları da
kendi gösterilerini yaptılar bu arada.)
En güzel kazanım ise böyle bir çalışmayı, keyif alarak yapmak ve sonlandırmak!
Bir de zıt kutupta bunu çocuklara büyük bir baskı ve
gerginlikle dayatan, başarılı olma ya da olmama kriteri ile lanse eden okullar
var malesef. Başarıyı süreçte değil, tek bir kriterde, yani sahnede harfi
harfine cümlelerini söyleyebilmek olarak gören okullar var. Ne yazık ki bu gerginliği sahne arkasında çocuklara da
yansıtıyorlar.
Geçen yılki gösterimizde Oğuz beni bırakmamış,
öğretmenlerimiz de sahne arkasında kalmama izin vermişlerdi. Bütün hazırlığı
görme ve hatta yardımcı olma keyfini yaşamıştım. Bu yıl, seyircilerin arasında
yerimi aldım. Sonrasında ‘Sahne arkasında beklerken ne yaptınız?’ dedim Oğuz’a...
Kostümlerini giydiklerini, yelpaze ve uçak yaptıklarını söyledi. ‘Oyun oynadık.’
dedi.
Oğuz’un
ilk piyano resitali...
Çocuklarımızda özgüveni, doğru ve sağlam bir şekilde
geliştirmenin en güzel yolu onları yetenekleri doğrultusunda spor ve sanat aktivitelerine
yönlendirmek. Sayfamızı takip edenler bilir; Oğuz bu yıl okulunda piyano
dersleri almaya başladı.
Öğretmenimizin de sevecenliği ve ortak disiplin anlayışımız
ile düzenli olarak haftada iki gün piyanoya devam ettik. Konu yıl sonu
konserine gelince ‘Anaokulu öğrencilerimizi kendileri ister ise konsere
çıkartıyoruz; ama istemezler ise kesinlikle zorlamıyoruz. Önemli olan piyanoyu
sevmeleri ve devam etmeleri.’ dediler.
Oğuz’un annesini dört yıldır bu sayfalardan tanımış
olanların tahmin edebileceği üzere konsere çıkmamak bizim için bir seçenek
değil, ancak kaçırılan bir fırsat olurdu.
Bize düşen Oğuz’u konsere çıkmayı isteme konusunda ‘motive’
etmek oldu. Arada bir, zayıf bir sesle de olsa ‘İstemiyorum.’ dedi. Duyduk,
anladık. Ama ‘Bir canı isterse, bir canı istemez ise’ yapmadık. Sticker ile,
övgü ile, Daninolu içecek ile ödüllendirerek devam ettik piyano eğitimine.
Konser parçasını Oğuz kendi seçti; Old McDonald Had a
Farm. Uzun uzun haftalarca (arada değişiklik adına başka parçalara geçsek de)
hep ama hep bu parçaya hazırlandık.
Konser günü yaklaştı. Oğuz öğretmeni ile beraber
çıkmak istedi sahneye. ‘İstersen öğretmenin ile çıkabilirsin sahneye ve hatta
istersen öğretmenin ile çalabilirsin parçanı. Sen çok iyi hazırlandın. İstersen
kendi başına da hepsini yapabilirsin.’ dedik. Gayet ‘cool’ bir şekilde ‘Eğer
istersem...’ dedi. Seçim yapabilme hakkı olduğunu öğrendi ve seçim yapabilme
rahatlığını yaşadı.
Büyük günden
bir gün önce zaten piyano konser provalarını yapmışlardı. Son birkaç dersini de
sahnedeki ‘büyüüüük’ piyanoda
yaptırmıştı zaten öğretmeni. Dolayısıyla hiç bir çocuk için ilk defa
gördükleri, ne yapılacağını heyecanla bekledikleri bir ortam değil.
Konser günü yarım
saat önce çocukları kapıda öğretmenlerine teslim ettik; salonda en öndeki
yerimizi aldık, daha doğrusu heyecanla kaptık. Oğuz sonlarda çıktı sahneye,
elinde notaları... Tek başına piyanosunun başına gitti; oturdu. Şöyle bir çapkın
çapkın bize baktı. Hatasız parçasını çaldı. Kalktı, o komik selamını verdi.
Salonda alkış koptu ve notalarını piyanonun üzerinde unutarak sahne arkasına
pek bir hızlı adımlarla geri döndü. Babası Oğuz’a üzerinde ‘En iyi piyanist
ödülü’ yazdığımız mini kupasını verdi.
O gün bugündür
Oğuz evde de sık sık piyano çalmak istiyor. Bizi kanepeye diziyor. ‘Tıpkı
konserdeki gibi yapacağım.’ diyor. Selamını veriyor, konser parçasını ve
ardından da ‘şimdi kendi bestelerim’ diyerek çılgınlar gibi kendi bestelerini çalıyor.
Bir grup minik,
katılmadı konsere. Onların öğretmeni, ‘Bu yaş grubunda konser baskısını
yaşayıp, yapamazlar ise piyanodan soğumalarını istemiyorum.’ demiş ailelere. Çocuklarımıza
baskı yaşatmamak konusunda hem fikirim. Ama biz onlara inanmazsak, onlar da kendilerine
inanamaz. Bir konserde ya da bir gösteride başarı; notalarını hatasız çalmak,
sözlerini, hareketlerini hatasız sergilemek değil sadece. Önemli olan ve hayat
boyu kalacak olan; hata yapsa bile süreçten keyif almak, o küçücük ayakları ile
o sahneye çıkabilme cesaretini gösterebilmektir. Bizlere düşen ise miniklerimize
destek olmak ve onlara özgüvenlerinin gelişebileceği bir ortam hazırlayabilmek.
(...ve bu da çook emek ister...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder