Geçenlerde bir okuyucumuzdan mail aldım. “5
yaşında ilkokula başladınız... Biz 6 yaşında olacağız, emin olamıyoruz. Memnun
musunuz? ″ diye... Nisan sayısını hazırlayacakken fark ettim ki tam da geçen
yıl Nisan sayımızda yazmışım “4+4’ün getirdikleri... Bir yıl daha hazırlık
sınıfı mı? İlkokul mu? ″ diye...
“İlkokula
erken başlamak konusunda iki farklı görüş var.″ diye yazmıştım geçen yıl.
İlki; “Ne olursa olsun
kanuni zorunluluk yaşından önce ilkokula başlamamalı. Sınıfının en küçüğü
olacağına, en büyüğü olsun. ″ görüşü.
Tabi ki ilkokul belli bir olgunluk ve dikkat seviyesi gerektirir.
Öte yandan...
“Her
çocuğun ihtiyaçları aynı mıdır? Her çocuk aynı seviyede mi gelişir? Aynı
program, aynı aktiviteler, aynı geziler... Aynı sınıfı tekrar eden çocuklar
sıkılmaz mı, ‘neden’ diye sormaz mı?″
demiştik.
İkinci görüş bizim ailemizde ağır basınca ve bir de öğretmenleri
de “Oğuz, ilkokul programında bir
sorun yaşamaz. ″ deyince 5 yaşında
ilkokullu oluverdik. Oğuz öğrenmeyi seven, rutinleri, belli bir disiplini olan
ve uyumlu bir çocuk oldu her zaman. Öte yandan 7 yaşında da olsa bir çocuk
rutinler ve dikkatini toplama konusunda sıkıntıları varsa zorlanacaktır
elbette.
Aslında üçüncü bir gizli görüş var memleketimizde... “Sınıfının
büyüğü olsun, dayak yiyen olacağına dayak atan çocuk olsun, ezilen olacağına
ezen olsun.″
Dayak da atmasın, dayak da yemesin;
ezen de olmasın ezilen de!
Oğuz, tam 5 yaşında ilkokula başladı. Aynı okulun ilkokuluna devam
etti. İlkokulumuzun programı anaokuluna göre çok daha cazip, çocuğa değişik dünyalar
açan bir program da olunca Oğuz inanılmaz sevdi ilkokulunu.
Bizim anaokulumuz tamamen İngilizce idi ve zaten geçen yıl İngilizce
‘ses ve okuma-yazma çalışmalarına’ başlamışlardı. Sesler artık bizim
zamanımızdan farklı öğretiliyor. ‘se’ diye değil ‘s’ diye öğreniyorlar mesela. Geçen
yıl Oğuz’a dedim ki “Sesleri bilen
bir kişi Türkçe okuyabilir, çünkü Türkçe’de sadece sesleri peş peşe ekleyeceksin,
oldu bitti...″
Ve böylece Oğuz ona kimse
öğretmeden okumaya başlamıştı, 4.5 yaşında iken. Mesela Tübitak’ın okulöncesi serisini kendi başına
okuyabiliyordu geçen yaz.
İlkokul 1. sınıfta ise el yazısı ile sesleri yazmayı öğrendikçe, öğrendikleri sesler ile hece
ve cümle kurma çalışmaları yapılıyor. Ortaya “Telle Ela telle, Ece elle, Ece teli elle...″ falan gibi komik sonuçlar
çıkıyor. Zaten okuyan bir çocuk bir yaş sonra Ece ve Efe ile uğraşsa ‘ne kadar
komik’ demenin yanında bir de sıkılma diye bir problemle karşılaşılacaktır diye
düşünüyorum. En iyi okullar bile sonuçta Milli Eğitim temelleri çerçevesinde
eğitim yapmakla yükümlü oldukları için bu aşamalara ihtiyaç duymayan ya da bu
yöntemle öğrenemeyen çocuklar için Türkçe dersleri malesef zaman öldürme
saatleri olabilir.
Bizim okulumuzda çocukların seviyesine göre Türkçe ve matematik
ödevler farklı oluyor. Oğuz’a mesela oldukça uzun kitaplar geliyor. Okuma, anlama,
anladığını uzun uzun cümleler ile yazma ödevleri geliyor. Matematik ödevleri de oldukça ağırlaştı. Piyanoda
birinci sınıfın üstünde bir programa geçildi. Proje derslerinden inanılmaz
keyif alıyor. 3 saat oturup proje hazırlamak ona eğlenceli geliyor.
Akademik hayatın dışında... Ne değişti ilkokulla beraber?
Nisan 2014 yazımızda yazmıştım; Oğuz, büyümek istemiyordu. Büyümek
ona şimdi cazip gelmeye başladı. Sınıfının en küçüğü olduğunu biliyor. Hatta
bazen “Biraz da ben büyük olayım
yahuuu... ″ diyor.
Oğuz hep insanları birleştiren bir çocuk oldu. Öğretmenlerinin
diliyle, ″Sınıfta bu kadar uslu,
kurallara uyan, derslerde parmağı hep havada, hep doğru cevap veren,
arkadaşlarına yardım eden, bahçede de inanılmaz hareketli... Bir öğretmen için
ideal öğrenci tanımı ne ise Oğuz o. ″ dedi bir öğretmeni. “Bu çocuğa baktığımda ne kadar da iyi bir insan olacak, diyorum.″
Evet, Oğuz arkadaşları ağlayınca yanına gidip yardım eden bir
çocuk oldu. Bu arada tekmeler de yedi, yakın arkadaş zulmü de yaşadı. Ve bu kadar
iyi olmak onu biraz yıprattı. Bazı çocukların çok çabuk sinirlenebildiğini ve
sinirlendiklerinde çok tehlikeli olduklarını gördü. İlkokulla beraber “Şikayet değil, yardım istemek″ diye bir kavram hayatına katıldı.
“Biliyor
musun bazı çocuklar güçlü olmanın tekme atmak, arkadaşını rahatsız etmek
olduğunu sanıyorlar.″ dedi. Böyle
çocukları artık sevmediğini söyledi. Ve bunlar da hayatın kendisi aslında. Oğuz,
ilkokulda akademik olarak çok büyük kazanımlar yaşasa da en önemlisi güçlendi
ve büyüdü... (Babamız hala büyüme kısmına
hayıflansa da...)
Geçenlerde eve çok sevdiği bir arkadaşı geldi. Evde langırt
oynamaya başladılar.
Arkadaşı:
Ama ben langırt oynamayı bilmiyorum.
Oğuz : Ben
sana anlatırım. Göreceksin çok kolay. (Güzel
güzel anlattı kuralları.)
Arkadaşı: ...Ben
hep gol yiyorum. Yenileceğim galiba.
Oğuz : Daha
yeni öğreniyorsun. Üzülme, önemli olan yenmek değil, eğlenmek
Arkadaşı:
Üzülmüyorum. Yenilmek daha iyi hatta. Yenilince çok şey öğrenirsin.
Oğuz: Yenilmek
iyi değildir.
Berent :
Ama en çok yenildiğin zaman öğrenirsin.
Oğuz: Bunu
hiç bilmiyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder