4 Aralık 2013 Çarşamba

Bir yaz daha geçti, bir yaş daha büyüdük... Baby&You Ekim 2013



Bulutlu, yağsam mı yağmasam mı diyen, hüzünlü bir hava dışarıda... ve evin içinde. Oğuz okulda. Anne evde. Ev üç aydan beri ilk defa sessiz.

Bir yaz daha bitti, bir doğumgünü daha geride kaldı... Sanki daha dün elimin içinde kaybolan ayaklar epey zamandır kocaman.  Dün akşam itibarı ile ‘Aremika’ da ‘Amerika’ oluverdi. Bir ‘Amerika’ sözü gözümde buğu oldu.

Daha önceki yılların aksine doğumgünü beklenir oldu.Oğuz, doğumgününün değerini bilir oldu. Yüzün bu kadar taze, gözlerin bu kadar parlak, en güzel hediye herhangi bir oyuncak... Gün senin günün oğlum. Ultimatomlar baştan verilmişti. ‘Kıyafet falan istemiyorum, sadece hediye!’ diye net bir şekilde. Hepimiz buna uygun davrandık. Tabi ki mumları üfledikten sonra bütün suratı ile pastayı ısırmaya dalsa da, pastasından yememize izin verdi, geçen yılın aksine. Dört gözle bekledi doğumgününü... Beklediğine de değdi. Hala arkadaşlı doğumgünü safhasına henüz geçmesek de aile içinde çok ama çok keyifli bir gün oldu. ‘İki tane değil, 11 tane doğumgünü istiyorum.’

Unuttu... Yazın başında büyük bir hevesle, merakla gittiği İtalya’da, gölün içindeki yüzen havuzu unuttu. Oysa demişti ki giderken; ‘... ama gölün içinde yüzen bir havuz olamaz ki.’ Ve gördüğünde ne kadar büyülenmişti. Buz gibi havuzda yüzen sadece bizdik. O kadar soğuktu ki su, çığlık atarak atlamıştık havuza. Herkes bize gülmüştü. Diğerleri sadece ayaklarını sokmakla yetinirken benim küçük oğlum, o çivi gibi göl suyunda titreye titreye, dudakları mosmor, coşku ile yüzmüştü... Çıktığımızda yüzen iskelenin güneşli bir köşesinde kat kat havlulara bürünmüştük. ‘Sokulalım...’der benim süper kahraman oğlum. Sokulmuştuk üçümüz. Amerikalı bir teyze gelip ‘You look cosy...’ deyip fotoğrafımızı çekmek istemişti. O an hayatımızdaki en güzel, en unutulmaz anlardan biriydi. Ve unutuverdi, benim Superman’den dönüp, Iron Man olan oğlum. O çoook ama çoook beklediği tatili unutuverdi.

Atlı karıncada tam 8 kez aslana bindiğini hatırlıyor (şimdilik?)... ‘Çünkü ben de bir aslanım.’ diyerek.  Şimdi okulunca o bir Cheerful Cheetah (Ormanların en ızlı hayvanı çita). Ve bundan dolayı çoook mutlu.

Gün gelecek 8 kez bindiği aslanı, çita sınıfında olduğu için ne kadar mutlu olduğunu da unutacak. Bizim için yıllar geçtikçe çok daha değerli olacak tüm bu anılar, birer birer unutulacak. İnsanın annesine ve babasına bu kadar bağımlı, bağlı olduğu bu yılları unutmadan, bağımsız (ama inşallah hala bağlı) bir insan olması imkansız herhalde.

 
Bundan uzun uzun yıllar önce, aslında daha dün gibi bir zaman önce, bir küçük kasaba vardı; göl kenarında, dağların eteklerine sıkışmış kalmış. Adı, Spiez. Damağımızda ne güzel bir tat bırakmıştı; o yağlı, kızartma kalamar. 6 yıl sonra, dönmek nasip oldu o küçücük kasabaya... Yağlı kalamar kokusu hala değişmemişti. Bu sefer sadece tuvaletini kullanmakla yetindik; göl kıyısındaki o 20-30 yıl öncesinde yapılmış ve sanki o zamandan bu zamana hiç değişmemiş; çay bahçesi, restoran arasında gidip gelen bu yerin. Çünkü Oğuz sıkışmıştı... Yemeği atlayıp, cipsleri çantaya doldurduk. Göl üzerinde vapur turu için koştura koştura bilet aldık. Kararsız bir hava vardı yine, bugünkü gibi... Farkı insanın üzerine çökmeyen, içini huzurla dolduran. Kapkara bir bulutun altından geçerken yağmur yağdı, bulut arkamızda kaldı ve yağmur arkamızda yağmaya devam etti. Oğuz buna çoook şaşırdı. Oğuz bunu çoktan unuttu.

6 yıl önce sadece ikimiz vardık; kocaman minik oğlumun, ayağı ile kameraya el (!) sallarken gölün içine düştüğü noktada. 6 yıl sonra aynı kıyıda ıslanmış külot ve şort değiştiriyorduk. Ve en kritik konu ‘Külodun, Superman külodu olup olmadığı’ idi.


Henüz unutmadığı ‘lokumlu’ otelde döndü, bir yıldır yaşadığı kulak sıkıntıları ile biraz uzaklaştığı müzik ve dans tutkusuna... İzlediği Anadolu Ateşi gösterisinin figürlerini hala kullanıyor. Hele ki Kafkas oyununda ve davullarda ne kadar büyülendi. Ve dansöz kısmında ne kadar dudak büktü... ‘Şu sıkıcı sıkıcı kıvırtan ablalar bir gitse de, sahneye uçar gibi giren, siyah kıyafetli abiler, atlaya zıplaya yeniden dans etse.’ der gibi...Tatilde dans pistlerinin herkesi hayran bırakan yıldızı oldu. Bu hevesle okul başlar başlamaz, ek olarak yaratıcı müzik çalışması ve başlamayı heyecanla beklediğimiz piyano dersine yazıldık. Bir de jimnastik eklenip ek aktiviteler zaten devam eden yüzme ile beraber dörtlenince babamız, ‘Anne biraz fazla gaza gelmiş.’ dese de; Oğuz çok secevek ve gelişimi için çok faydalı olacak diye düşünüyoruz. Önümüzdeki ayların sizlerle paylaşacağımız konularımız da şekilleniyor böylece...

 
İyi ki doğdun aydınlık yüzlü oğlum. İyi ki bizim oğlumuz oldun. Biliyorum ki şu an unuttuklarındır seni zenginleştiren... 4 yaşını doldurduğun şu günlerde senin de korkuların, kaygıların var. Karanlıktan (ama biraz) korkuyorsun. Rüyanda  biz kahvaltı ederken seni canavarın yediğini fark etmediğim için bana kızıyorsun.

Ailenin en büyüğü olmak istiyorsun. ‘Bübü (büyükanne) 4 yaşında, ben 86 yaşındayım.’ Bir yandan da merak edip, kaygılanıyorsun. ‘Caillou’nun kuşu büyüdü, büyüdü öldü. Büyümek istemiyorum. Büyüyünce bana da Caillou’nun kuşu gibi mi olacak? Büyüyünce ne olacak? Söyle anne, söyle...

Gerçek şu ki; bilmiyorum meleğim. Sadece diliyorum ki tüm güzellikler senin olsun.Yüzün gibi aydınlık,  gözlerin gibi parlak, mutlu, sağlıklı, uzun bir hayatın olsun.

 

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu fark ettim.

Hiç yorum yok: