4 Aralık 2013 Çarşamba

Erken yaşta piyano eğitimi Piano education in early years Baby&You Aralık 2013 - Ocak 2014



Şöyle demiştik bu yılın ilk sayısında...

Eminim bugün kimse Chopin’i tanıyor olmazdı; eğer Chopin, küçük çocukların müzik dersinde, el ele tutuşup şarkı mırıldanıp dönmesi ve Kutu Kutu Pense’nin ötesine geçmeleri konusunda hiçbir vizyonu olmayan bir eğitim anlayışına veya anneye sahip olsaydı. Chopin’in dehası keşfedildiğinde bir okul öncesi çocuğu idi...

Oğuz, bu yıl hazırlık sınıfında. Geçen yılın 4+4 vurgunlarındanız. Grubunda tüm okulun en küçüğü; ama kaygılarımızın aksine gayet iyi adapte oldu. Bu yıl gaza gelen anne; yüzme, jimnastik, yaratıcı müzik çalışması yanında Oğuz’u okulda piyano dersine de yazdırdı.

Müzik öğretmelerimiz ile yaptığımız görüşmelerde hep ‘Ailede müzik ile ilgilenen var mı?’ sorusu karşımıza çıkıyor. Müzisyenlerin çoğu, genetik kodun etkili olduğuna inanıyor. Bizim ailemizde her ne kadar profesyonel olarak müzik ile ilgilenen olmasa da, Allah’tan ‘genetik yetenek kodu kriteri’ açısından baba tarafından yırtıyoruz bu bağlamda.

Öte yandan Japonlar’ın ünlü “Suzuki Metodu”nda, “Yetenek Yasası” diye bir kavramdan bahsediliyor. Bu yasaya göre, doğru ve erken yaşta, doğru çevresel ortamda ve doğru müzikal yöntemlerle her çocuk müzik ile eğitilebilir. Burada, müzik eğitimi alan her çocuğun, profesyonel bir müzisyen olabileceği iddiası yok elbette. Her çocuğun, kendi kapasitesi dahilinde müzikle iç içe olmalısı ve eğitim sisteminin de bunu desteklemesi gereğinden bahsediliyor.

Neden Piyano?

Tüm sanatsal aktivitelerin çocuklar üzerinde olumlu etkileri olduğu muhakkak. Piyanonun ise sahip olduğu özel yeri vurgulamak bu sayımızdaki amacımız.


Piyano sadece sanatsal zekayı değil; matematik, fizik zekasını da geliştiriyor. Piyano, son derece matematiksel bir müzik aleti. Piyano klavyesinin yapısı, beynin mantıksal işleyiş kapasitesini arttırıyor. Piyano öğrenen çocuk, gözleriyle, iki farklı sıralanışta yazılmış notaları okuyor. Sol anahtarında yazılmış notaları sağ eli ile çalarken, fa anahtarında yazılmış notaları sol eli ile çalıyor. İlerlemiş bir öğrenci, bu iki sıranın dışında, araya yazılan nota bölümlerini de görüp çalıyor.

Tüm bedenini, ama özellikle omuzdan itibaren üst kolunu, ön kolunu, bileklerini ve parmaklarını koordine ediyor. İki ayağıyla da pedalları kullanıyor. Tahmin edilebileceği gibi bu, beynin koordine ettiği oldukça karmaşık bir işlem.

Piyano eğitiminin okulöncesi çocuklarda önemi oldukça büyük. Amerika’da okulöncesi çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada piyano - IQ (zekâ katsayısı) arasındaki çarpıcı ilişki ortaya koyulmuştur.  Wisconsin Üniversitesi’nden Dr. Frances Rauscher and California Üniversitesi’nden fizikçi Dr. Gordon tarafından iki yıl süre ile okul öncesi çocuklar üzerinde yapılan araştırmaya göre; bu dönemde piyano dersi alan çocuklar, almayanlara göre uzamsal akıl yürütme yetenekleri konusunda %34 oranında daha iyi sonuç almışlardır. 

Doğru eğitmen, doğru yöntem ve doğru materyal...

Piyano, çok emek ve malesef ciddi maliyetleri de beraberinde getiren bir enstruman. Piyanoya başlamak için ideal zaman 4-6 yaş aralığı deniliyor. (Bu demek değil ki 37 yaşındaki anne de oğlu ile beraber piyano çalmaya heves etmiyor.)

4 yaşındaki bir çocuğa ders vermek ile bir yetişkine ve hatta ergene ders vermek tamamen farklı yaklaşımlar gerektiriyor. İyi bir müzisyen, iyi bir piyanist; aynı zamanda iyi bir piyano öğretmeni demek değildir her zaman.

Her konuda olduğu gibi piyano eğitiminde de sistem, objektiflik işe profesyonellik katıyor. Bu noktada bu alandaki uluslararası kurumların sistemleri ve sınavları devreye giriyor.  Bu konuda iki uluslararası kurum var. Royal Academy ve London College of Music. Belli dönemlerde belli merkezlerde tıpkı dil eğitiminde olduğu gibi uluslararası geçerliliği olan sınavlar yapılıyor.

Seçtiğiniz merkezin, piyano öğretmeninin bu iki uluslararası sistemden birine çocuğumuzu hazırlıyor olması, işe profesyonellik getirecektir. İnanın memleketimizde her alanda olduğu gibi piyano eğitiminde de; çok ticari, sistemlerden bihaber ve umursamaz kurumlar veya özel öğretmenler ile karşılaşmak çok da zor değil malesef.

Piyanomuzu seçerken nelere dikkat ettik?

Bir moda akımı olarak düşünmedik piyano eğitimini. ‘Arkadaşlarımızın çocukları piyano çalmayı öğreniyor, bizim ne eksiğimiz var?’ diye yaklaşmadık. ‘Salonumuzda şık gözüksün...’ diye düşünmedik. (...ve hatta piyanomuzu alıp Oğuz’un odasına koyduk.)

Zaten sayfamızı takip edenler bilir. Oğuz’un çok küçüklüğünden beri müzik kulağı olduğunu düşündük. Anne kendisi bu alanda yetenekli olmasa da, yetenekli babamızın da desteği ile Oğuz’u kaliteli müzik ile beslemeye çalıştık. Akşamları reklam sesi, haber gürültüsü olacağına hep müzik sesi oldu evimizde. ‘Klasik müzikten başka bir şey dinlenilmez bizim evimizde!’ diyen bir aile de olmadık. Chopin de çaldık, Zeki Müren de, Queen’in Innuendo’su ile de coştuk; Silifke’nin Yoğurdu ile de; babamız Konyalı olunca Konyalım ile de hep beraber oynadık.

Piyano eğitimi, evde çalışmadan haftada bir, özel ders ile ciddi bir şekilde gidecek bir eğitim değil maalesef. Evimize uzun uzun araştırmalar sonucu bir Alman, akustik duvar tipi piyano aldık. Alman mekanizmalı piyanoların fiyatları biraz daha yüksek maalesef. Fiyat avantajı olsa da Uzak Doğu, piyanonun icat edildiği coğrafya değil sonuçta. Uzakdoğu piyanolarında kullanılan plastik tuşlar, mekanizma; piyanoda o tok, yumuşak, çın çın etmeyen sesi iyi markalarda bile çoğu zaman veremiyor.

Piyano almayı düşünüyorsanız, Bardakçı Kardeşler’e yolunuzu düşürün. Bütçeniz çerçevesinde piyanoları yan yana dinleyin. Aynı melodiyi çaldırın. Tınıları dinleyin. Bardakçı Kardeşler, sizi en pahalı piyanoya değil, ihtiyacınıza ve bütçenize en uygun piyanoya yönlendirecektir.

Burada nacizane tavsiyem, elektronik seçeneklere gidilmemesi. Bunlar, tuşa basıldığında, önceden kaydedilmiş sentetik dijital sesleri veren elektronik çalgılardır. Piyano ise mekanik bir çalgıdır. Tuşlara basılmasıyla harekete geçen kapsamlı bir mekanizmanın ucundaki çekicin, tellere vurmasıyla ses verir. Bu enstruman ile yakınlaşma fırsatı bulamamış pek çok kişi, tuşa basıldığında çıkan sesin sabit ve hep aynı kalitede olduğu yönünde yanlış bir fikre kapılır. Tüm akustik enstrumanlarda olduğu gibi, piyanodan da iyi ses, yani iyi bir ton kalitesi elde etmek bir ustalık ve yıllar süren teknik ve estetik gelişim ister. Sentetik ses veren dijital bir enstruman, özellikle yeni başlayan bir öğrencinin, bu kaliteden haberdar olmamasına yol açar. Bu durum, gerçek bir piyano eğitiminin en önemli unsurlarından birini ortadan kaldırmış olur. Bunun yanı sıra akustik piyanoların tuş ağırlığı yüksektir. Parmakların gelişimine, dolayısı ile ince motor gelişimine çok olumlu katkı sağlar.

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + 37 yaşında piyano öğrenmeye başladım.

Kaynaklar:
e-journal of New World Sciences Academy, 2011, Volume: 6, Number: 3, Article Number: D0064
http://www.creativityinstitute.com/howpianolessonsbenefityoungchildren.aspx


Bir yaz daha geçti, bir yaş daha büyüdük... Baby&You Ekim 2013



Bulutlu, yağsam mı yağmasam mı diyen, hüzünlü bir hava dışarıda... ve evin içinde. Oğuz okulda. Anne evde. Ev üç aydan beri ilk defa sessiz.

Bir yaz daha bitti, bir doğumgünü daha geride kaldı... Sanki daha dün elimin içinde kaybolan ayaklar epey zamandır kocaman.  Dün akşam itibarı ile ‘Aremika’ da ‘Amerika’ oluverdi. Bir ‘Amerika’ sözü gözümde buğu oldu.

Daha önceki yılların aksine doğumgünü beklenir oldu.Oğuz, doğumgününün değerini bilir oldu. Yüzün bu kadar taze, gözlerin bu kadar parlak, en güzel hediye herhangi bir oyuncak... Gün senin günün oğlum. Ultimatomlar baştan verilmişti. ‘Kıyafet falan istemiyorum, sadece hediye!’ diye net bir şekilde. Hepimiz buna uygun davrandık. Tabi ki mumları üfledikten sonra bütün suratı ile pastayı ısırmaya dalsa da, pastasından yememize izin verdi, geçen yılın aksine. Dört gözle bekledi doğumgününü... Beklediğine de değdi. Hala arkadaşlı doğumgünü safhasına henüz geçmesek de aile içinde çok ama çok keyifli bir gün oldu. ‘İki tane değil, 11 tane doğumgünü istiyorum.’

Unuttu... Yazın başında büyük bir hevesle, merakla gittiği İtalya’da, gölün içindeki yüzen havuzu unuttu. Oysa demişti ki giderken; ‘... ama gölün içinde yüzen bir havuz olamaz ki.’ Ve gördüğünde ne kadar büyülenmişti. Buz gibi havuzda yüzen sadece bizdik. O kadar soğuktu ki su, çığlık atarak atlamıştık havuza. Herkes bize gülmüştü. Diğerleri sadece ayaklarını sokmakla yetinirken benim küçük oğlum, o çivi gibi göl suyunda titreye titreye, dudakları mosmor, coşku ile yüzmüştü... Çıktığımızda yüzen iskelenin güneşli bir köşesinde kat kat havlulara bürünmüştük. ‘Sokulalım...’der benim süper kahraman oğlum. Sokulmuştuk üçümüz. Amerikalı bir teyze gelip ‘You look cosy...’ deyip fotoğrafımızı çekmek istemişti. O an hayatımızdaki en güzel, en unutulmaz anlardan biriydi. Ve unutuverdi, benim Superman’den dönüp, Iron Man olan oğlum. O çoook ama çoook beklediği tatili unutuverdi.

Atlı karıncada tam 8 kez aslana bindiğini hatırlıyor (şimdilik?)... ‘Çünkü ben de bir aslanım.’ diyerek.  Şimdi okulunca o bir Cheerful Cheetah (Ormanların en ızlı hayvanı çita). Ve bundan dolayı çoook mutlu.

Gün gelecek 8 kez bindiği aslanı, çita sınıfında olduğu için ne kadar mutlu olduğunu da unutacak. Bizim için yıllar geçtikçe çok daha değerli olacak tüm bu anılar, birer birer unutulacak. İnsanın annesine ve babasına bu kadar bağımlı, bağlı olduğu bu yılları unutmadan, bağımsız (ama inşallah hala bağlı) bir insan olması imkansız herhalde.

 
Bundan uzun uzun yıllar önce, aslında daha dün gibi bir zaman önce, bir küçük kasaba vardı; göl kenarında, dağların eteklerine sıkışmış kalmış. Adı, Spiez. Damağımızda ne güzel bir tat bırakmıştı; o yağlı, kızartma kalamar. 6 yıl sonra, dönmek nasip oldu o küçücük kasabaya... Yağlı kalamar kokusu hala değişmemişti. Bu sefer sadece tuvaletini kullanmakla yetindik; göl kıyısındaki o 20-30 yıl öncesinde yapılmış ve sanki o zamandan bu zamana hiç değişmemiş; çay bahçesi, restoran arasında gidip gelen bu yerin. Çünkü Oğuz sıkışmıştı... Yemeği atlayıp, cipsleri çantaya doldurduk. Göl üzerinde vapur turu için koştura koştura bilet aldık. Kararsız bir hava vardı yine, bugünkü gibi... Farkı insanın üzerine çökmeyen, içini huzurla dolduran. Kapkara bir bulutun altından geçerken yağmur yağdı, bulut arkamızda kaldı ve yağmur arkamızda yağmaya devam etti. Oğuz buna çoook şaşırdı. Oğuz bunu çoktan unuttu.

6 yıl önce sadece ikimiz vardık; kocaman minik oğlumun, ayağı ile kameraya el (!) sallarken gölün içine düştüğü noktada. 6 yıl sonra aynı kıyıda ıslanmış külot ve şort değiştiriyorduk. Ve en kritik konu ‘Külodun, Superman külodu olup olmadığı’ idi.


Henüz unutmadığı ‘lokumlu’ otelde döndü, bir yıldır yaşadığı kulak sıkıntıları ile biraz uzaklaştığı müzik ve dans tutkusuna... İzlediği Anadolu Ateşi gösterisinin figürlerini hala kullanıyor. Hele ki Kafkas oyununda ve davullarda ne kadar büyülendi. Ve dansöz kısmında ne kadar dudak büktü... ‘Şu sıkıcı sıkıcı kıvırtan ablalar bir gitse de, sahneye uçar gibi giren, siyah kıyafetli abiler, atlaya zıplaya yeniden dans etse.’ der gibi...Tatilde dans pistlerinin herkesi hayran bırakan yıldızı oldu. Bu hevesle okul başlar başlamaz, ek olarak yaratıcı müzik çalışması ve başlamayı heyecanla beklediğimiz piyano dersine yazıldık. Bir de jimnastik eklenip ek aktiviteler zaten devam eden yüzme ile beraber dörtlenince babamız, ‘Anne biraz fazla gaza gelmiş.’ dese de; Oğuz çok secevek ve gelişimi için çok faydalı olacak diye düşünüyoruz. Önümüzdeki ayların sizlerle paylaşacağımız konularımız da şekilleniyor böylece...

 
İyi ki doğdun aydınlık yüzlü oğlum. İyi ki bizim oğlumuz oldun. Biliyorum ki şu an unuttuklarındır seni zenginleştiren... 4 yaşını doldurduğun şu günlerde senin de korkuların, kaygıların var. Karanlıktan (ama biraz) korkuyorsun. Rüyanda  biz kahvaltı ederken seni canavarın yediğini fark etmediğim için bana kızıyorsun.

Ailenin en büyüğü olmak istiyorsun. ‘Bübü (büyükanne) 4 yaşında, ben 86 yaşındayım.’ Bir yandan da merak edip, kaygılanıyorsun. ‘Caillou’nun kuşu büyüdü, büyüdü öldü. Büyümek istemiyorum. Büyüyünce bana da Caillou’nun kuşu gibi mi olacak? Büyüyünce ne olacak? Söyle anne, söyle...

Gerçek şu ki; bilmiyorum meleğim. Sadece diliyorum ki tüm güzellikler senin olsun.Yüzün gibi aydınlık,  gözlerin gibi parlak, mutlu, sağlıklı, uzun bir hayatın olsun.

 

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu fark ettim.

Erken Yaşta Yüzme Eğitimi... Swimming Education in Early Years...



İyi yüzücülerin olmazsa olmaz özellikleri...Konsantrasyon, dinleme yeteneği ve hedefe yönelik çalışma!


1Erken yaşta yüzme eğitiminin faydaları

Yüzme, tüm temel kas gruplarının kullanıldığı, iskelet sistemini geliştiren, tüm eklemlerin çalıştırıldığı ideal bir spor dalı olmasının yanı sıra, ‘dengeli’ kas gelişimi sağlayan tek spor dalıdır.

Tüm vücudun, uyumlu bir şekilde çalışmasını gerektiren, dolayısı ile mükemmel bir şekilde koordinasyon geliştiren bir spor dalıdır.

Yüzme, gücü arttırırken esnekliği de arttırır.

Kardiyovasküler sistemi en iyi çalıştıran, ilerleyen yaşlarda çıkabilecek pek çok sağlık sorunlarına rağmen hayat boyu yapılabilecek nerede ise tek spor dalı yüzmedir.

Özellikle erken yaşta başlayan ve devam eden yüzme eğitimi fiziği düzgünleştirir.

Omurga eğriliği (skolyozu) olan çocuklar veya büyükler için en ideal spor dalı yüzmedir.

Yaralanmaların da minimum olduğu düşünüldüğünde küçük çocuklar için en ideal spor dalı yüzmedir.

Değişik yüzme tekniklerini öğrenmek ve kullanmak planlama ve sistemli düşünme gerektirir.

Zihinsel gelişimin yanında psikolojik gelişim de sağlar. Özgüven, bağımsızlık, azim duygularının gelişmesini sağlar.

Kazanılan etkin zaman yönetimi ve hedef odaklı çalışma sonucunda minik yüzücüler küçük yaşlardan itibaren sıkı çalışma ve sonuç arasındaki bağı kavrarlar. Böylece yaşam boyu her alanda ihtiyaçları olacak bir farkındalığa sahip olurlar.

Yüzme doğası itibarı ile, agresif ve rekabetçi ortamdan uzak bir şekilde öğrenilen bir spor dalıdır. (Aksi için anne-babaların veya maalesef bilinçsiz spor hocalarının çabaları olmadığı takdirde...)

Öz disiplinin küçük yaşlarda oluşmasını sağlar. Bu da havuz ve deniz sınırları dışında da miniklerimizin hayatı boyunca en çok ihtiyaçları olacak yetkinliklerden biridir.

Yüzmek mutluluk, zindelik verir. (ki buna fazlası ile katılıyorum. Malum okulların tatil olması ile beraber, yaz okulu ve dadı gibi olaylarımız da olmadığı için her gün önümüzde koca bir güne başlıyoruz. Her an da tatile gidemeyeceğimize göre (ki Oğuz hep hep otelde kalmak istiyor...) her günü tatil havasına sokmalı. TV başında bir yaz heba etmemek için değişik değişik aktiviteler bulmalı. Bu demektir ki anne, saat akşamüstü 5-6 olduğunda tükenmiş olur. Ayakta duracak halim kalmadığı bu zaman diliminin muhteşem aktivitesi tüm ailemiz için yüzmek. Kendi havuzu olan küçük bir sitede oturuyoruz. Bizden başka düzenli bir şekilde hiç bir çocuk ve aile bu imkanı kullanmıyor nedense. Hem şaşırıyorum, hem de havuz tamamen bize kaldığı için seviniyorum, ne yalan söyleyeyim.

Ayağını suya sokana kadar yorgunluktan bayılacak olan anne, yüzme ile beraber enerji doluyor. Bu bitkin zaman dilimini böylesine faydalı ve keyifli; hem fazla kilolardan ve sırt ağrılarından kurtaran, hem de Oğuz’u bu kadar mutlu eden bir aktivite ile geçirdiğimiz için hepimiz çok mutlu oluyoruz. Camdan bize bakan çocukları gördüğümde de üzülüyorum ve gerçekten anlayamıyorum. O çocuklar neden şu anda evde veya televizyon başında?..


Yüzme eğitimi nasıl veriliyor?..

Yüzme okulları 6 yaşında öğrenci kabul etmeye başlıyor. Yüzme hocaları 5,5-6 yaşından önce serbest yüzmeye çocukların kaslarının hazır olmadığını söylüyorlar. Yüzme eğitimine başlamak için ise 4 yaş en ideal zaman. Bu yaş grubunda da imkanlar dahilinde derslerin teke tek alınması en ideali.

İlk ders doğru nefes alma, suyun içinde nefes tutma çalışmaları ile başlıyor. Daha ikinci derste nefes tutma, suya dalma ve suyun altındaki ahtapot, köpek balığı, halkalar vs gibi çocuk için cazip oyuncakları havuzun dibinden çıkartma çalışmaları yapılıyor. Her seferinde daha uzağa atılan oyuncakları, baş suyun içinde yüzerek dalıp getirme şeklinde dersler devam ediyor. ‘...Aman Allah’ım Oğuz yüzüyor daha ikinci derste...’ diye mutlu oluyorum. Metin Hoca ‘Tabi biz bu aşamaya daha yüzme demiyoruz...’ diye gülüyor. Üçüncü aşama suyun üstünde durmak... Dalmak ve kafa dik şekilde çıkmak; yeniden nefes almak, tutmak ve yeniden dalmak. Havuzun kenarında elleriyle şap şap, sağ, sol diye tıpkı ritim çalışmalarına benzeyen çalışmalar  yaptırıyor Metin Hoca. Suyun üzerinde durmak için ellerini kullanmayı öğretiyor.  Bunlar, serbest yüzmenin de ilk adımları için gerekli çalışmalar.

Dördüncü derste, normal kulvarda olimpik havuzda bir uçtan diğer uca gidecekmiş Oğuz... ve... suyun içinde dönme, değişik pozisyonlara geçme çalışmaları yapacakmış. Kulvarın uzunluğuna bakıyorum. Anneannemiz olsa gözleri yaşarır ve korku ile çarpar kalbi. Zira ben sadece yutkunmakla yetiniyorum.

Dolayısı ile yüzmek sadece suda çırpınmak değil. Yüzme eğitimi son derece sistemli ve disiplinli bir şekilde, sağlam bir temel ile ellerle verilmeli. Annelerin, babaların da yüzme dersini kenardan izlemesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü öğrenilenlerin bilinçli bir şekilde tekrar edilmesi de ilerleme açısından çok önemli elbette.

Biz Enka’yı ve Metin Hoca’yı seçtik bu konuda. Özellikle öğretmenimizi çok iyi araştırdık. Ve her seferinde çok iyi bir seçim yaptığımızı bir kez daha görüp mutlu olduk.

Evimize çok yakın başka bir yüzme okulu olmasına rağmen neden İstanbul’da bu kadar mesafe kat ediyoruz bir yüzme dersi için?.. Zira pekçok arkadaşımız geçen yıl çocuklarını bu yakın okula götürmüşler ve hemen hepsi benzer olumsuz deneyimleri yaşamışlardı... Havuza anne ya da baba da mayosunu giyip çocuğu ile beraber giriyor. Dolayısı ile çocuklar anne-babanın tepesinde, kucağında, sırtında... Bağımsız olma, birey olma gibi sporun en önemli yan katkılarından birisi yaşanmamış oluyor. Anne-baba suyun içinde... Ne var ki yüzme öğretmeni ıslanmaktan pek hoşlanmasa gerek, mayo bile giymeden havuzun kenarında ‘şöyle tut, böyle tut’ diye anne, babalara komut veriyor. Suyun üstünde kalma çalışmaları da, ‘Çocuğu suya at, bak bakalım neler olacak?’ şeklinde yapılıyor. Çığlık çığlığa boğulma tehlikesi geçirenlere yüzme öğretmeni bir zahmet kenardan boğulmasın diye makarna uzatıyor. Sonuçta arkadaşlar anlatıyor: ‘Denizden, havuzdan çıkmak istemeyen çocuk sudan korkar oldu, banyoya bile çığlık çığlığa girer oldu.’ Olmasa şaşardım. Kardeşim, madem ıslanmak istemiyorsun, yüzme öğretmenliğinden başka meslek mi yok? Birşeyi öğretmek için ‘sevdirmek’ gerek, sistem gerek, çaba gerek.

Sudan korkan çocuk sendromu?

Kimse kusura bakmasın; ama miniklerimiz sudan korkarak dünyaya gelmiyorlar. Aksine zaten anne karnında 9 ay su dolu bir ortamda yaşama başlıyorlar.

Bizler maalesef kendi korkularımızı ve hatta beceriksizliklerimizi çocuklarımıza aktarıyoruz. Doğduğundan beri uygun koşullarda her gün banyo yaptırılan bir bebek sudan korkmaz. Uygun koşullar: Telaşsız bir ortam. Bir küçük bebek küveti, bir derin lavabo, su dolu bir küvet... Bebeği, sakin sakin ılık suya sokup birkaç dakika ellerinizin arasında yüzdürmek. Bizim malesef kendi ön yargılarımız veya telaşlarımız çocuklarımızı sudan korkutup kaçırıyor.

Aynı şekilde denizde de önlemlerimizi almış (güvenli, rahat bir kolluk, kolayca devrilmeyecek bir simit, vs...) veya annenin, babanın güvenli kolları içinde en sevdiği şarkıları söyleyerek, eğlenerek başlayan bir deneyim yaşayan küçük çocuk sudan korkmuyor. Çocuğumuzu deniz ile mümkün olan en erken zamanda tanıştırdığımızda, suda seveceği, eğleneceği ortamı hazırladığımızda hayatımızda su korkusu diye bir kavram olmuyor. Çocuğunuz banyoyu sevmiyorsa, denizden korkuyorsa lütfen hatırlamaya çalışın ilk deneyimi nasıl oldu?.. Banyo keyif ve rahatlama ortamı mı, yoksa zorunlu bir temizlenme savaşı olarak mı zihninde yer etti? Her hatanın bir dönüşü var... Bu olumsuz deneyimi daha fazla geç kalmadan nasıl eğlenceli ve güvenli bir deneyime dönüştürebilirsiniz?..

Tatilden dün döndük. Binbir güzel anı ile... Bol deniz, bol yüzme, Oğuz’un özüne döndüğü bol müzik, bol dans şovları ile... Hava biraz daha az sıcak olsa, bir balık misali sudan çıkmak bilmeyen Oğuz ve baba denizde, kıkır kıkır, fıkır fıkır, ‘We are the champions...’  ile sahili inletirken, anne kıyıda daha çok uyuyabilirdi belki. Belki de sahilin diğer ucundan gelen çığlıklar olmasaydı... ‘Baba, boğuluyoooruuuum, yeter baba, çıkmak istiyorum.’Avaz avaz, göz yaşları ile bir kız çırpınıyor...  İki gün sürdü bu babanın kızına yüzme öğretme (?) çabası. Satırlarımı okumayacağını tahmin ettiğim babaya sesleniyorum. ‘Sudan korkan çocuğu siz yaratıyorsunuz! Bu çocukla vakit geçirmek değil, tatil değil; sadece çocuğa zulüm!’


1Kaynak: njst.usswim.net

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Yüzmek hayatımızın en dinlendirici sporu oldu.