5 Mayıs 2015 Salı

Konyalı Nail... Nail from Konya... (Child Rights)


Konya’da Şerafeddin Camisi’nin önündeyiz. Oğuz’un fotoğraflarını çekiyorum. Nail ve arkadaşları etrafımızı sarıyor. Ne olur beni de çek abla! Ne olur beni de çek abla!″...

Nail, “muradına ermiş, erişmiş, kazanmış″ demek. İsmi gibi güzel koca koca kara gözleri.

Nail’in babası hapiste. Okula gidiyor mu, gitmiyor mu, muallak. Nail’den geriye;

“Gasteye koy abla, gasteye koy resmimi, söz ver. Facebook’tan Nail diye bul, at bana abla.″ sözleri ve bu fotoğraflar kalıyor.

Nail... Kapşonunu takmış, orta parmağında yüzüğü... Havalı, kendinden emin, belli ki grubunda lider, söz sahibi.

Bir şeyler vermek istedik ama birer Snickers dışında bir şey veremedik ne yazık ki. Para versek, elinde kalır mı? Onunla gidip bir etli ekmek mi yer, köşede onu bekleyen bir büyük elinden mi alır, sigara-içki parası mı olur?.. Bilemedik. Kim bilir?..

‘Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerine ne düşse iz bırakır.’ demiş çocuklar ile iletişim tekniklerinin öncülüğünü yapmış, bir öğretmen, psikoterapist ve kimlik psikolojisi doktoru olan Haim Ginott. Nail’in üzerine neler düşmüş ve nasıl izler bırakmıştır acaba? Bizimle geçirdiği beş on dakikadan Nail’de geriye neler kalmıştır acaba?..

Resmi istatistikler diyor ki; Türkiye’de sokakta çalıştırılan çocuk sayısı yaklaşık 500 bin ve dilendirilen çocuk sayısı 10 bin. Nail, istatistiklerde bir rakam değil. Nail, Konyalı bir çocuk. Koca koca kara gözlü, yakışıklı, çook havalı bir çocuk. Legoları olmadı, sinemaya, tatillere gitmedi, yüzme, piyano dersleri almadı. Çocuk bedeninde bir delikanlı yüzü... Çocukluğunu yaşayamayan çocukların yüzleri ele verir gerçeği, kıyafetleri değil. Hayat erken çizgiler koyar o yüzlere; ciddi, ağırbaşlı çizgiler. Şu yaşa kadar kendi seçtiği hayatı yaşamadı. Seçimlerinden sorumlu olacağı zamana kadar Nail bizim sorumluluğumuz değil mi?  

Oğuz’dan geriye ne kaldı? Bu çocukların neden sokaklarda çalıştığını anlamakta zorlandı. “Neden anneleri-babaları çalışmıyor, neden okula gitmiyorlar?.. ″ Oğuz’un sorularını cevaplamakta zorlandık.

Geçen gün Oğuz sordu. “Konya’daki arkadaşımı facebookta buldun mu?″ ...

Konya’dan notlar...

Etki ekmek Nalçacı’daki Cemo’da yenir. Fırın kebapta Ehil out, Ali Baba in. “Şubeleşmeyin, bozulursunuz. ″ diyen sevgili eşimin tavsiyelerine uymayan Ehil Kebap, kaybeder.

Mevlana’nın etrafını açmak uğruna yapılan ağaç kesimi ve betonlaşma ve Orta Doğu usulu yapılaşmanın ortasına sıkışıp kalmış muhteşem eserler insanın içini sızlatsa da, Selçuklu eserleri ve Mevlana gezilmeden Konya’dan gidilmez.

Oğuz’un büyük dedesinin okulu, zabıta binasına dönüştürülmüş. İlla mı her şey dönüştürülmeli?.. Bir şeyler de aynı kalsa, korunsa... Bahçesini gezdik, kapısından baktık. Kapıda siyah türbanlı zabıta görevlisi genç kızlar, Oğuz’u sevdi. İçeriye almasalar da, “Dedemiz burada okumuş. ″ deyince kapıdan içeri baktırdılar, sevindik.

İlkokul hayatı kaç yaşında başlamalı?... Is there a right age to start primary school?...


Geçenlerde bir okuyucumuzdan mail aldım. “5 yaşında ilkokula başladınız... Biz 6 yaşında olacağız, emin olamıyoruz. Memnun musunuz? ″ diye... Nisan sayısını hazırlayacakken fark ettim ki tam da geçen yıl Nisan sayımızda yazmışım “4+4’ün getirdikleri... Bir yıl daha hazırlık sınıfı mı? İlkokul mu? ″ diye...

İlkokula erken başlamak konusunda iki farklı görüş var. diye yazmıştım geçen yıl.

İlki; Ne olursa olsun kanuni zorunluluk yaşından önce ilkokula başlamamalı. Sınıfının en küçüğü olacağına, en büyüğü olsun.görüşü. Tabi ki ilkokul belli bir olgunluk ve dikkat seviyesi gerektirir.

Öte yandan...

Her çocuğun ihtiyaçları aynı mıdır? Her çocuk aynı seviyede mi gelişir? Aynı program, aynı aktiviteler, aynı geziler... Aynı sınıfı tekrar eden çocuklar sıkılmaz mı, ‘neden’ diye sormaz mı?  demiştik.

İkinci görüş bizim ailemizde ağır basınca ve bir de öğretmenleri de Oğuz, ilkokul programında bir sorun yaşamaz. deyince 5 yaşında ilkokullu oluverdik. Oğuz öğrenmeyi seven, rutinleri, belli bir disiplini olan ve uyumlu bir çocuk oldu her zaman. Öte yandan 7 yaşında da olsa bir çocuk rutinler ve dikkatini toplama konusunda sıkıntıları varsa zorlanacaktır elbette.

Aslında üçüncü bir gizli görüş var memleketimizde... “Sınıfının büyüğü olsun, dayak yiyen olacağına dayak atan çocuk olsun, ezilen olacağına ezen olsun. 

Dayak da atmasın, dayak da yemesin; ezen de olmasın ezilen de!

Oğuz, tam 5 yaşında ilkokula başladı. Aynı okulun ilkokuluna devam etti. İlkokulumuzun programı anaokuluna göre çok daha cazip, çocuğa değişik dünyalar açan bir program da olunca Oğuz inanılmaz sevdi ilkokulunu.

Bizim anaokulumuz tamamen İngilizce idi ve zaten geçen yıl İngilizce ‘ses ve okuma-yazma çalışmalarına’ başlamışlardı. Sesler artık bizim zamanımızdan farklı öğretiliyor. ‘se’ diye değil ‘s’ diye öğreniyorlar mesela. Geçen yıl Oğuz’a dedim ki Sesleri bilen bir kişi Türkçe okuyabilir, çünkü Türkçe’de sadece sesleri peş peşe ekleyeceksin, oldu bitti...

 Ve böylece Oğuz ona kimse öğretmeden okumaya başlamıştı, 4.5 yaşında iken. Mesela  Tübitak’ın okulöncesi serisini kendi başına okuyabiliyordu geçen yaz.

İlkokul 1. sınıfta ise el yazısı ile sesleri  yazmayı öğrendikçe, öğrendikleri sesler ile hece ve cümle kurma çalışmaları yapılıyor. Ortaya Telle Ela telle, Ece elle, Ece teli elle... falan gibi komik sonuçlar çıkıyor. Zaten okuyan bir çocuk bir yaş sonra Ece ve Efe ile uğraşsa ‘ne kadar komik’ demenin yanında bir de sıkılma diye bir problemle karşılaşılacaktır diye düşünüyorum. En iyi okullar bile sonuçta Milli Eğitim temelleri çerçevesinde eğitim yapmakla yükümlü oldukları için bu aşamalara ihtiyaç duymayan ya da bu yöntemle öğrenemeyen çocuklar için Türkçe dersleri malesef zaman öldürme saatleri olabilir.

Bizim okulumuzda çocukların seviyesine göre Türkçe ve matematik ödevler farklı oluyor. Oğuz’a mesela oldukça uzun kitaplar geliyor. Okuma, anlama, anladığını uzun uzun cümleler ile yazma ödevleri geliyor.  Matematik ödevleri de oldukça ağırlaştı. Piyanoda birinci sınıfın üstünde bir programa geçildi. Proje derslerinden inanılmaz keyif alıyor. 3 saat oturup proje hazırlamak ona eğlenceli geliyor.

Akademik hayatın dışında... Ne değişti ilkokulla beraber?

Nisan 2014 yazımızda yazmıştım; Oğuz, büyümek istemiyordu. Büyümek ona şimdi cazip gelmeye başladı. Sınıfının en küçüğü olduğunu biliyor. Hatta bazen Biraz da ben büyük olayım yahuuu... diyor.

Oğuz hep insanları birleştiren bir çocuk oldu. Öğretmenlerinin diliyle, Sınıfta bu kadar uslu, kurallara uyan, derslerde parmağı hep havada, hep doğru cevap veren, arkadaşlarına yardım eden, bahçede de inanılmaz hareketli... Bir öğretmen için ideal öğrenci tanımı ne ise Oğuz o.  dedi bir öğretmeni. Bu çocuğa baktığımda ne kadar da iyi bir insan olacak, diyorum.

Evet, Oğuz arkadaşları ağlayınca yanına gidip yardım eden bir çocuk oldu. Bu arada tekmeler de yedi, yakın arkadaş zulmü de yaşadı. Ve bu kadar iyi olmak onu biraz yıprattı. Bazı çocukların çok çabuk sinirlenebildiğini ve sinirlendiklerinde çok tehlikeli olduklarını gördü. İlkokulla beraber Şikayet değil, yardım istemek diye bir kavram hayatına katıldı.  

Biliyor musun bazı çocuklar güçlü olmanın tekme atmak, arkadaşını rahatsız etmek olduğunu sanıyorlar. dedi. Böyle çocukları artık sevmediğini söyledi. Ve bunlar da hayatın kendisi aslında. Oğuz, ilkokulda akademik olarak çok büyük kazanımlar yaşasa da en önemlisi güçlendi ve büyüdü... (Babamız hala büyüme kısmına hayıflansa da...)


Geçenlerde eve çok sevdiği bir arkadaşı geldi. Evde langırt oynamaya başladılar.
Arkadaşı: Ama ben langırt oynamayı bilmiyorum.
Oğuz : Ben sana anlatırım. Göreceksin çok kolay. (Güzel güzel anlattı kuralları.)
Arkadaşı: ...Ben hep gol yiyorum. Yenileceğim galiba.
Oğuz : Daha yeni öğreniyorsun. Üzülme, önemli olan yenmek değil, eğlenmek 
Arkadaşı: Üzülmüyorum. Yenilmek daha iyi hatta. Yenilince çok şey öğrenirsin.
Oğuz: Yenilmek iyi değildir.
Berent : Ama en çok yenildiğin zaman öğrenirsin.
Oğuz: Bunu hiç bilmiyordum.

Çocuklarımızdan öğrenecek ne kadar çok şey var...