Oğuz ve
arkadaşı geçen yıl boyunca okul bahçesinde yağmur, çamur dinlemeden karıncaları,
böcekleri araştırmışlar; ağaçların dibinde kazılar yapıp, kendilerince
buluntular çıkartmışlar. Oğuz’un arkadaşının anne-babası arkeolog. Öğretmenimiz
de bir toplantıda Oğuz’un, arkadaşı Berent’in sınıfta anlattığı kazı
hikayelerini ne büyük bir hayranlıkla dinlediğini söyleyince Koç Üniversitesi Öğretim Görevlisi Rana Özbal ve Hollanda
Araştırma Enstitüsü Müdürü ve kazı başkanı Fokke Gerritsen, Barcın Höyük’te
yürüttükleri kazı çalışmalarına bizi de davet ettiler. Barcın Höyük kazısı, Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından Bursa’nın Yenişehir ilçesindeki Barcın
Köyü’ndeki höyükte 2005 yılından bu yana devam ediyor. Kazı çalışmalarından
Marmara’da yerleşimin 8600 yıl öncesine kadar, yani taş devrine kadar gittiğini;
çanak, çömlekçiliğin, tarım ve hayvancılığın, süt ve yoğurt üretiminin bu
dönemlere kadar uzandığını öğreniyoruz. Bunun
yanı sıra kazıda bulunan 6400 yıllık
ayak izlerini henüz basına bile yansımadan görmenin heyecanını yaşıyoruz.
Sayfamızı takip edenler bilir; biz Oğuz’u yetiştirirken, ‘... vakti
gelince nasıl olsa öğrenir, büyüyünce değerini anlar...’ gibi bir anlayışı
benimsemedik hiç bir zaman.
Bu topraklar için herkesin dilinde ‘medeniyetlerin beşiği...’
lafları; ama o medeniyetlerin üstünde yaşamanın vermiş olduğu tarihi
sorumluluğu bu alana gönül vermiş, hayatını vermiş, biliminsanlarından başka
kimsenin taşıdığı yok ne yazık ki. Devlet büyükleri ‘Sürekli yok arkeolojik
şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular...’
dediği zaman kızıyoruz çok haklı olarak; ama bir aile fotoğrafı için binlerce
yıllık eserlerin, heykellerin tepesine dört kişi tırmanmanın, inerken
parçalanan kol bacağın farkında da değiliz, umrumuz da değil aslında.
Tarihi alanların bakımsızlığından şikayet ederiz, yurtdışına
kaçırılan eserlerden dem vururuz... Kendi üstümüzde sorumluluk hissetmeyiz
ama... Tarihi eserler ganidir memleketimizde, nasıl olsa her yeri eşelesen
tarih çıkar; bu yüzden sıradanlaşır nedense; bir tarafı kopup düşse arkada daha
çoook vardır nasıl olsa.
Geçen bayram tatilinde Kıbrıs gezimizde Salemis Antik Kenti’ne
gittik. Oğuz da heykelin tepesine tırmanan ailenin verdiği ‘çok eğlenceli ve
yaratıcı fotoğrafı?’ görünce öyle bir fotoğraf çektirmek istedi. Biz izin
vermeyince ‘ ... ama onlar yapıyor?..’ dedi. ‘Biz çok şükür onlar değiliz,
sevgili oğlum. Fotoğraf albümüne bir komik anı koymak için tarihi parçalayan
bir aile değiliz. Oğuz’a gösterdik ne olduğunu aile eserin üzerinden inerken.
Ailenin umru olmadı.
Bizim öyle yaratıcı bir fotoğrafımız yok albümümüzde ama, ‘torunlarımıza
bu miras en iyi şekilde kalsın’ diye bir anlayışımız var. O eserleri orada
sergilenir hale getirilene kadar harcanan emeğe, fedakarlığa, tarihe karşı
saygımız var. Sorumluluğumuz var. Bundan yoksun yetiştirilen çocuklar bir gün
başbakan, cumhurbaşkanı, inşaatçı, şantiye müdürü, vs... ve hatta devlette bu
eserleri korumakla yükümlü bir göreve geldiğinde daha başka şekilde
davranmasını beklemeyin. O haberlere hepimiz kızıyoruz da kendimiz ne kadar
böyle bir zenginliğin üzerinde yaşamanın sorumluluğunu taşıyoruz, tartışılır.
Oğuz, arkadaşı ile kazı alanına iniyor. Ellerinde malzemeleri
onlara izin verilen minik bölgede kendi minik kazılarını yapıyorlar. 8000
yıllık koca domuz dişleri, inek dişleri, insan ve hayvanlara ait kemik
parçaları, çömlek parçaları toplayıp kendilerine verilen minik poşetlerde
grupluyorlar. Arkadaşlarla konuşuyoruz. ‘Yaaa... insan bir kaç tanesini cebine
atmaz mı?.. Anı olurdu çocuğa...’ Bugün 8000 yıllık domuz dişi anı olur ya da 2000
yıllık bir heykel tepesinde bir fotoğraf... Yarın ne kalır o çocuğun
değerlerinde geriye? Çocuğuna verdiğin mesaj nedir peki?.. Düşünen az.
Ne
öğrendik?..
Arkeolog olmak çok ama çok emek, sabır işi. Gerçekten çok zor
şartlarda, bu işe gönül verdikleri için çalışıyorlar. ‘Her iş böyle...’ demeyin.
10 yıl boyunca 200 m2 bir alanı tıpkı zar soyar gibi katman katman,
ince ince kazın. Bunu aylarca, güneşin altında ve son derece zor çalışma ve
yaşama koşullarında yapın. 8000 yıllık bir minik iğnenin kırık ucunu bulabilmek
için saatlerce 400 altında ter dökün. Bunun yanında bu işin bir de
arka planı var; temizleme, birleştirme, tarihleme, etiketleme... Bir de yetkililerin
ilgisi için uğraşma, didinme...
Oğuz, bazen bir iş çok uzun sürdüğünde, yorulduğunda, devam etmek
istemediğinde, konuşuyoruz. Kazıyı hatırlıyoruz. Ne kadar sıcak olduğunu,
yıllar ve yıllar sürdüğünü, ne kadar emek istediğini ve sonunda çıkan her şeyin
ne kadar değerli olduğunu. Arkeologların asla ‘Sıkıldım, yoruldum...’
demediklerini, işlerini yarım bırakmadıklarını...
Artık şöyle diyor; ‘Arkeolog gibi yapmalıyım, değil mi?..’
Böyle bir fırsat tabi ki çok değerli ve ele geçmesi çok zor. Bize
tanıdıkları bu fırsat için sevgili Rana Özbal’a ve Fokke Gerritsen’e çok
teşekkür ediyoruz. Tarihi, arkeolojiyi çocuklarımıza anlatmak için illa ki
böyle bir kazıya katılmak gerekmez elbette. Ne yazık ki bu konuda Oğuz’a daha
başka nasıl akılda kalıcı, eğlenceli bir şekilde bilgi verebilirim diye
araştırdığımda pek fazla yayın bulamadım. İş başa düştü ben de kendim araştırıp
Oğuz için bir mini arkeoloji kitabı hazırladım.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Küçük çocuklar için ne
kadar az kaliteli yayın olduğunu fark ettim.
http://arkeolojihaber.net/tag/barcin-hoyuk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder