25 Kasım 2014 Salı

Oğuz, Barcın Höyük Arkeolojik Kazısı’nda... Oguz is in an archeological site in Barcin Hoyuk...


Oğuz ve arkadaşı geçen yıl boyunca okul bahçesinde yağmur, çamur dinlemeden karıncaları, böcekleri araştırmışlar; ağaçların dibinde kazılar yapıp, kendilerince buluntular çıkartmışlar. Oğuz’un arkadaşının anne-babası arkeolog. Öğretmenimiz de bir toplantıda Oğuz’un, arkadaşı Berent’in sınıfta anlattığı kazı hikayelerini ne büyük bir hayranlıkla dinlediğini söyleyince Koç Üniversitesi Öğretim Görevlisi Rana Özbal ve Hollanda Araştırma Enstitüsü Müdürü ve kazı başkanı Fokke Gerritsen, Barcın Höyük’te yürüttükleri kazı çalışmalarına bizi de davet ettiler. Barcın Höyük kazısı, Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından Bursa’nın Yenişehir ilçesindeki Barcın Köyü’ndeki höyükte 2005 yılından bu yana devam ediyor. Kazı çalışmalarından Marmara’da yerleşimin 8600 yıl öncesine kadar, yani taş devrine kadar gittiğini; çanak, çömlekçiliğin, tarım ve hayvancılığın, süt ve yoğurt üretiminin bu dönemlere kadar uzandığını öğreniyoruz.  Bunun yanı sıra  kazıda bulunan 6400 yıllık ayak izlerini henüz basına bile yansımadan görmenin heyecanını yaşıyoruz.


Sayfamızı takip edenler bilir; biz Oğuz’u yetiştirirken, ‘... vakti gelince nasıl olsa öğrenir, büyüyünce değerini anlar...’ gibi bir anlayışı benimsemedik hiç bir zaman.

Bu topraklar için herkesin dilinde ‘medeniyetlerin beşiği...’ lafları; ama o medeniyetlerin üstünde yaşamanın vermiş olduğu tarihi sorumluluğu bu alana gönül vermiş, hayatını vermiş, biliminsanlarından başka kimsenin taşıdığı yok ne yazık ki. Devlet büyükleri ‘Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular...’ dediği zaman kızıyoruz çok haklı olarak; ama bir aile fotoğrafı için binlerce yıllık eserlerin, heykellerin tepesine dört kişi tırmanmanın, inerken parçalanan kol bacağın farkında da değiliz, umrumuz da değil aslında.

Tarihi alanların bakımsızlığından şikayet ederiz, yurtdışına kaçırılan eserlerden dem vururuz... Kendi üstümüzde sorumluluk hissetmeyiz ama... Tarihi eserler ganidir memleketimizde, nasıl olsa her yeri eşelesen tarih çıkar; bu yüzden sıradanlaşır nedense; bir tarafı kopup düşse arkada daha çoook vardır nasıl olsa.

Geçen bayram tatilinde Kıbrıs gezimizde Salemis Antik Kenti’ne gittik. Oğuz da heykelin tepesine tırmanan ailenin verdiği ‘çok eğlenceli ve yaratıcı fotoğrafı?’ görünce öyle bir fotoğraf çektirmek istedi. Biz izin vermeyince ‘ ... ama onlar yapıyor?..’ dedi. ‘Biz çok şükür onlar değiliz, sevgili oğlum. Fotoğraf albümüne bir komik anı koymak için tarihi parçalayan bir aile değiliz. Oğuz’a gösterdik ne olduğunu aile eserin üzerinden inerken. Ailenin umru olmadı.

Bizim öyle yaratıcı bir fotoğrafımız yok albümümüzde ama, ‘torunlarımıza bu miras en iyi şekilde kalsın’ diye bir anlayışımız var. O eserleri orada sergilenir hale getirilene kadar harcanan emeğe, fedakarlığa, tarihe karşı saygımız var. Sorumluluğumuz var. Bundan yoksun yetiştirilen çocuklar bir gün başbakan, cumhurbaşkanı, inşaatçı, şantiye müdürü, vs... ve hatta devlette bu eserleri korumakla yükümlü bir göreve geldiğinde daha başka şekilde davranmasını beklemeyin. O haberlere hepimiz kızıyoruz da kendimiz ne kadar böyle bir zenginliğin üzerinde yaşamanın sorumluluğunu taşıyoruz, tartışılır.

Oğuz, arkadaşı ile kazı alanına iniyor. Ellerinde malzemeleri onlara izin verilen minik bölgede kendi minik kazılarını yapıyorlar. 8000 yıllık koca domuz dişleri, inek dişleri, insan ve hayvanlara ait kemik parçaları, çömlek parçaları toplayıp kendilerine verilen minik poşetlerde grupluyorlar. Arkadaşlarla konuşuyoruz. ‘Yaaa... insan bir kaç tanesini cebine atmaz mı?.. Anı olurdu çocuğa...’ Bugün 8000 yıllık domuz dişi anı olur ya da 2000 yıllık bir heykel tepesinde bir fotoğraf... Yarın ne kalır o çocuğun değerlerinde geriye? Çocuğuna verdiğin mesaj nedir peki?.. Düşünen az.

Ne öğrendik?..

Arkeolog olmak çok ama çok emek, sabır işi. Gerçekten çok zor şartlarda, bu işe gönül verdikleri için çalışıyorlar. ‘Her iş böyle...’ demeyin. 10 yıl boyunca 200 m2 bir alanı tıpkı zar soyar gibi katman katman, ince ince kazın. Bunu aylarca, güneşin altında ve son derece zor çalışma ve yaşama koşullarında yapın. 8000 yıllık bir minik iğnenin kırık ucunu bulabilmek için saatlerce 400 altında ter dökün. Bunun yanında bu işin bir de arka planı var; temizleme, birleştirme, tarihleme, etiketleme... Bir de yetkililerin ilgisi için uğraşma, didinme...


Oğuz, bazen bir iş çok uzun sürdüğünde, yorulduğunda, devam etmek istemediğinde, konuşuyoruz. Kazıyı hatırlıyoruz. Ne kadar sıcak olduğunu, yıllar ve yıllar sürdüğünü, ne kadar emek istediğini ve sonunda çıkan her şeyin ne kadar değerli olduğunu. Arkeologların asla ‘Sıkıldım, yoruldum...’ demediklerini, işlerini yarım bırakmadıklarını...

Artık şöyle diyor; ‘Arkeolog gibi yapmalıyım, değil mi?..’

Böyle bir fırsat tabi ki çok değerli ve ele geçmesi çok zor. Bize tanıdıkları bu fırsat için sevgili Rana Özbal’a ve Fokke Gerritsen’e çok teşekkür ediyoruz. Tarihi, arkeolojiyi çocuklarımıza anlatmak için illa ki böyle bir kazıya katılmak gerekmez elbette. Ne yazık ki bu konuda Oğuz’a daha başka nasıl akılda kalıcı, eğlenceli bir şekilde bilgi verebilirim diye araştırdığımda pek fazla yayın bulamadım. İş başa düştü ben de kendim araştırıp Oğuz için bir mini arkeoloji kitabı hazırladım.                                                             

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Küçük çocuklar için ne kadar az kaliteli yayın olduğunu fark ettim.


http://arkeolojihaber.net/tag/barcin-hoyuk

Hiç yorum yok: