26 Eylül 2014 Cuma

Okullar Açılırken...


 



‘90 günlük tatil...’ diye pek bir bekledi Oğuz. Okulda, ek aktivitelerde yeteri kadar yorulmuştu. Ne yalan söylemeli annenin tatilin başında biraz gözü korkttu, ama şimdi önümüzde yeni bir dönem olan ‘ilkokul’ için geri sayım başlayalı anne de üzülür oldu Oğuz’un tatili bitiyor diye....

Dün akşam İsviçre’de yaşayan arkadaşlarımızla orada okulların ne kadar rekabetten uzak ve rahat bir yaklaşım izlediklerini konuşuyorduk. Kendi zamanımızdan, oradan buradan derken anne de kendi çocukluğuna döndü....

Oğuz’un annesi eğitim sistemi konusunda sık sık hayıflanır...  Zira kendisi de pek çekmiştir eğitim sisteminden.

Oğuz’un annesi, ilkokulu İzmit’te okudu. Zira çocuk eğitimi büyük şehirde daha iyi olur anlayışı ile sayfiye yeri sayılan Tütünçiftlik’ten İzmit’e taşındı ailesi. Tütünçiftlik’teki gibi kocaman yemyeşil bir bahçesi olmayan, hap kadar betondan bir toplanma alanı olan, ama İzmit’in en iyi ilkokuluna (!) başladı, 3. sınıfta. Yıllar sonra üzülerek gördü ki Tütünçiftlik’te de o yemyeşil bahçelerden eser kalmamış, her taraf taş yığını olmuştu.

O zamanlar yaşıtlarımdan uzundum. ‘Uzun iseniz mutlaka basketbol oynamalısınız.’ gibi bir inanış vardı, o zamanlarda da. Beden eğitimi öğretmenimiz çok tatlı bir adamdı. Adını unuttum. Beni de haftasonu yapılacak basketbol takımı seçmelerine çağırmıştı. Hayatımda elime hiç basket topu almamıştım, çok heyecanlandım ve çok sevindim. Derken haftasonu geldi çattı. Öğretmenimizin gösterdiği şekilde topu sürmeye çalıştık, potadaki delikten geçirmeye çalıştık.  Sonra seçim zamanı geldi. Bir grup çocuk dizildik. Beden eğitimi öğretmenimiz ‘Sen gel, sen gel...’ diye seçimine başladı ve beni de seçti. Hayatımın en gururlu, en mutlu, en kısacık anlarından biri idi. Karşıya onun yanına geçerken; okul müdürü ‘Kalsın. Ben onu beğenmedim.’ dedi. Günler ve gecelerce ve şimdi anlıyorum ki yıllarca farkında olarak veya olmayarak bu anı düşündüm ve bir şekilde hep taşıdım. Yıllar sonra ortaokulda okul basket takımına girdim. En yakın arkadaşlarımla... Yedek kulübesinde, bazen birkaç dakika oyunun içinde... Çok da eğlendim. Dünyanın en matrak beden öğretmeni idi koçumuz, hatta arkadaşımızdı. Adını unuttum. Ama ilkokul müdürümün adını, soyadını hiç unutmadım.

Bu çok gözde ilkokulumuzda, çok iddialı bir sınıf öğretmenimiz vardı... Öğretmenin ve okulun şöyle bir anlayışı vardı: Resim, müzik, beden eğitimi gibi ders saatlerinde sınıfın başarılı, zeki adledilen çocukları (ki malesef bunlardan biri de ben idim) ayrılır; okulun bu medarı iftiarı çocuklarının kıymetli zamanı şarkı ile, boyama ile, spor ile boş yere harcanmazdı. Pek iddialı öğretmenimizin verdiği ek testler çözülürdü. Bu küçük grupta olmak bir ayrıcalıktı... Başarı, Anadolu Lisesi sınavlarında alınacak sonuç olarak tanımlanmıştı bir kez... Patates baskı yapmak veya şarkı söylemek vakit kaybı idi. Gerçi beden eğitiminde ters ve hatta düz takla atmaktan kaytarmak ve kafadan 5 almayı (yani pekiyi) garantilemiş olmaktan dolayı memnundu Oğuz’un annesi. Doğru olan buydu sanki. Yoksa koskoca öğretmenimiz böyle yapmazdı sanki...

Annenin ilkokul anıları pek coşkulu olmayınca akşamki balkon sohbetimizde ilkokul kaygısı hissedilir oldu. ‘Bir dönem kapanıyor’un ağırlığı çöktü.

Bu yeni döneme nasıl hazırlandık 90 günlük tatilde derseniz...

Yaz okuluna gitmedik. ‘Home school with Miss Ebru.’ dedi Oğuz. Ebru Öğretmen ile evde eğitim yaptık... Yazlıkta bahçede solucan kazısı yapıp, anneanneyi solucanla korkuttuk. Dede ile bahçe işleri yapıp, tavla oynadık. Scrabble  (kelime oyunu) oynadık.

Bol bol yüzdük.

Fasülye, barbunya ayıkladık, babamıza çiğ börek yaptık... Mutfağı bol bol pislettik.

Her zamanki gibi her gün düzenli kitap okuduk. Bir tek istisna bile yapmadık.

Az da olsa okuma-yazma çalışması yapıp, bol çıkartma rüşveti verdik.

Pazar, market alışverişini hep beraber yaptık. Yazlıkta pazarda, kavunu görünce ‘Bu pineapple (ananas) mı?’ dedi Oğuz. Böylece daha çok semt pazarı, daha az Macro alışverişi yapmaya karar verdik.  

İstanbul’da olduğumuz sürede bol bol arkadaş toplantısı yaptık. Zorlu Center’dan her seferinde ‘çocuklu ailenin kabusu’ sloganı ile ayrıldık.

Yazın bomba planı olarak İsviçre’de yaşayan arkadaşlarımızla evleri yaklaşık bir aylığına değiştirdik. Onlar İstanbul’un pişiren yazının keyfini çıkartırken biz de İsviçre’nin serin ve hatta kimi zaman dondurucu havasının tadını çıkarttık.

Bir hafta Intersoccer’ın minikler için futbol kampına katıldık.  (Bu başlı başına bir yazı konusu önümüzdeki dönemde.)

Dağda, köyde, şehirde devlet okullarının herkese açık birbirinden güzel parklarında oynadık. Macera parkı nasıl olur anladık.

Buz gibi göllerde, kuğularla, ördeklerle yüzdük.  Yine de İstanbul’umuzu pek özleyerek, evimize döndük.

Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + Anne, park tasarım uzmanı oldu.

Lütfen sevgili belediyeler, madem kendiniz araştırmıyorsunuz, bir bilene danışın. (ki Beşiktaş Belediyesi’ne bizzat içler acısı parkların halini konuşmak için sorumlu bir vatandaş olarak gitmişliğim de var. Ama sonuç yok.)

Hiç yorum yok: