Yaz tatilinde İsviçre’de Oğuz’u bir mini futbol kampına yazdırdık.
‘Özgüven ve Futbol’ yazımızı okuyanlar hatırlar; oğlan çocuğunun hayatında futbolun önemini
fark edeli, bu konuya eğildik. Inter
Soccer’ın mini futbol kampından notlar...
Günümüz, uzun uzun ‘fair futbol’ ve ‘kabul
edilemez futbolcu davranışları’ konuşması ile başlıyor kampta. Mesajlar gayet
net. Hiçbir gün atlanmıyor.
Önce topla tanışıyorlar. Topa hakim olmayı,
topu yönetmeyi öğreniyorlar.
Sağ ayak topun üstünde, sol ayak topun üstünde,
sağ dirsek topta, sol kulak topta, kafa topta, popo topta, karın topta... Elene elene her oyunda bir şampiyon oluyor
tabi ki. Şampiyon alkışlanıyor.
Koçun düdüğü ile herkes topunu sürmeye
başlıyor. Komuta göre hızlanılıyor, yavaşlanıyor, kukaların arasından toplar
geçiriliyor... Düdük çalınca az sayıdaki kukalardan birinin yanında top
ayağının altında beklemek gerekiyor. Kukasız kalanlar top ellerinde, eller
havada, bacaklar açık, donuyorlar. Minik futbolculardan biri topunu donan
arkadaşının bacaklarının arasından geçirirse onu kurtarmış oluyor ve donan
futbolcu oyuna yeniden katılıyor...
Sonra iki takıma ayrılıp, teke tek mücadeleler
başlıyor. Minik futbolcular, numaraları söylenince orta sahadaki topa koşup
mücadelelerini sergiliyorlar. Numaralarını unutan oluyor elbette. Ama takım
arkadaşları birbirine destek olmak için işte orada.
İkinci aşamada her takımdan ikişer futbolcu, orta
sahadaki topa doğru koşuyor. Paslaşmayı unutup, umursamayıp ‘tek kişilik şov’
yapanlara ‘paslaşın’ uyarısı geliyor. ‘Paslaşmadan topu aldım, gittim karşı kaleye
golümü çaktım.’ mutluluğunu yaşayamıyor paslaşmayı unutan çocuk. Koç, her daim
amaçları ve kuralları hatırlatıyor. Kısa, net.
Molada topla oynamak yasak. Herkes oturup,
evden getirdiği yiyeceği yemeli. Her yerde olduğu gibi burada da bu kurallara
uymak istemeyen çocuklar oluyor. Fark, kuralın esnetilmesine izin verilmiyor. ‘Kuralı koydum, ama takip etmedim.’ diye bir
şey yok.
Dersin son yarım saati, 15’er dakikalık iki
devreden oluşan futbol maçı... Devre arası 2 dakikalık dinlenme ve su molası.
Herkes su içmek zorunda. ‘Susarsanız, canınız isterse su için.’ diye bir
seçenek yok.
Şampiyon olmak ya da olmamak!..
Topa hakim olma oyunlarında şampiyon olamayıp
çıkanlardan kiminin umru değil, kenardan oyunu takip ediyor; kimi kızgın ama
öfkesini bir şekilde yönetiyor. Oğuz’un ise dudaklar titriyor, gözler doluyor, çaktırmadan
eliyle anneyi çağırıyor. Şampiyon olamadı. Oysa 15 çocuk içinden son dörde
kaldı; ama yeterli bulmuyor. Anne, ‘Oyunda kal.’ işareti yapıp hemen oradan uzaklaşıyor.
Benjamin’in dedesinden bu davranışından dolayı takdir topluyor.
Gol atmak, gola engel olmak...
Maçta, Oğuz takımının gol yemesini engelliyor.
Takım arkadaşları, ‘Oguz, Oguz...’ diye tezahürat yapıyor, Oğuz gururlu. ‘...Ama
yine de gol atamadım!’ diyor. Oğuz’a gol atmak kadar, gol yemeği engellemenin
de önemini anlatıyoruz maçın sonunda. Çünkü Oğuz, çok iyi yapabildiği pek çok
güzel şeyi sıradan görür, yapamadığı bir şey olduğu zaman ise her daim fazlası
ile farkındadır. ‘Farkındalık’ başka bir yazımızın konusu.
Dominique... Dominique ismi, kampta herkesin en çok
duyduğu isim. Dominique de yenilmeyi, şampiyon olamamayı sevmiyor, diğer tüm
çocuklar gibi aslında. Dominique, kaybedip kenara geçerken ortalığa tekmeler
savuruyor. Söyleniyor. Annesi hemen kenardan yanaşıp, sırtını sıvazlıyor. ‘Çok
iyiydin.’ diyor. Dominique, mola zamanlarında hep top ile oynuyor, devamlı
koçtan uyarı alıyor ve oturtuluyor. Dominique maçta ya da ikili mücadelelerde
iyi oynamadığını düşündüğü arkadaşları ile dalga geçiyor, arkadaşlarını
itiyor...
Koç çocuğun göz hizasına iniyor. ‘Ne yaptığını
gördüm. Hemen arkadaşından özür dile.’ diyor. Son derece kararlı bir sesle, bağırmadan,
laga luga yapıp lafı uzatmadan. ‘Yaptım, yapmadım, dedim, demedim.’ yok. (Bu arada koçumuz, 20’li yaşlarının başında
bir üniversite öğrencisi...)
Dominique çok ama çok iyi bir futbolcu. Ama Dominique
maçtan atılıyor, oyunlarda kenarda bekleme cezası alıyor. 5 dakika, 10 dakika
değil saatlerce kenarda bekliyor. Ertesi gün Dominique yine kenardan izliyor. ‘Kampın
parasını verdim, çocuğumu oynatacaksın.’ diye bir şey yok. Dominique’in annesi
bile bunu biliyor. Dominique, öğrenmiş oluyor ki kurallar herkes için var ve oynamak
istiyor ise kurallara uyacak.
İstanbul’umuza dönüyoruz. Bakıyoruz ki burada
kurallar farklı: Kuralları kendi işine gelirse uygulayacaksın. En çok kimin
sesi çıkarsa onun golü sayılır. Topu ayağında en çok kim tutarsa, en çok şutu
kim atarsa, en yüksek kimin sesi çıkarsa o çok güvenli, çok iyi bir futbolcudur.
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + 2005
yılı Türkiye-İsviçre maçını hatırlıyorum. Türkiye’de futbolun kuralları farklı. Anne
bile bunu artık kabul ediyor.