13 Ekim 2014 Pazartesi

Fair futbol mu, ‘atak’ futbol mu?.. İsviçre usulü mü, Türk usulü mü?.. Kasım 2014 Baby&You


Yaz tatilinde İsviçre’de Oğuz’u bir mini futbol kampına yazdırdık. ‘Özgüven ve Futbol’ yazımızı okuyanlar hatırlar;  oğlan çocuğunun hayatında futbolun önemini fark  edeli, bu konuya eğildik. Inter Soccer’ın mini futbol kampından notlar...


Günümüz, uzun uzun ‘fair futbol’ ve ‘kabul edilemez futbolcu davranışları’ konuşması ile başlıyor kampta. Mesajlar gayet net. Hiçbir gün atlanmıyor.

Önce topla tanışıyorlar. Topa hakim olmayı, topu yönetmeyi öğreniyorlar.

Sağ ayak topun üstünde, sol ayak topun üstünde, sağ dirsek topta, sol kulak topta, kafa topta, popo topta, karın topta...  Elene elene her oyunda bir şampiyon oluyor tabi ki. Şampiyon alkışlanıyor.

Koçun düdüğü ile herkes topunu sürmeye başlıyor. Komuta göre hızlanılıyor, yavaşlanıyor, kukaların arasından toplar geçiriliyor... Düdük çalınca az sayıdaki kukalardan birinin yanında top ayağının altında beklemek gerekiyor. Kukasız kalanlar top ellerinde, eller havada, bacaklar açık, donuyorlar. Minik futbolculardan biri topunu donan arkadaşının bacaklarının arasından geçirirse onu kurtarmış oluyor ve donan futbolcu oyuna yeniden katılıyor...

Sonra iki takıma ayrılıp, teke tek mücadeleler başlıyor. Minik futbolcular, numaraları söylenince orta sahadaki topa koşup mücadelelerini sergiliyorlar. Numaralarını unutan oluyor elbette. Ama takım arkadaşları birbirine destek olmak için işte orada.

İkinci aşamada her takımdan ikişer futbolcu, orta sahadaki topa doğru koşuyor. Paslaşmayı unutup, umursamayıp ‘tek kişilik şov’ yapanlara ‘paslaşın’ uyarısı geliyor.  ‘Paslaşmadan topu aldım, gittim karşı kaleye golümü çaktım.’ mutluluğunu yaşayamıyor paslaşmayı unutan çocuk. Koç, her daim amaçları ve kuralları hatırlatıyor. Kısa, net.

Molada topla oynamak yasak. Herkes oturup, evden getirdiği yiyeceği yemeli. Her yerde olduğu gibi burada da bu kurallara uymak istemeyen çocuklar oluyor. Fark, kuralın esnetilmesine izin verilmiyor.  ‘Kuralı koydum, ama takip etmedim.’ diye bir şey yok.

Dersin son yarım saati, 15’er dakikalık iki devreden oluşan futbol maçı... Devre arası 2 dakikalık dinlenme ve su molası. Herkes su içmek zorunda. ‘Susarsanız, canınız isterse su için.’ diye bir seçenek yok.


Şampiyon olmak ya da olmamak!..

Topa hakim olma oyunlarında şampiyon olamayıp çıkanlardan kiminin umru değil, kenardan oyunu takip ediyor; kimi kızgın ama öfkesini bir şekilde yönetiyor. Oğuz’un ise dudaklar titriyor, gözler doluyor, çaktırmadan eliyle anneyi çağırıyor. Şampiyon olamadı. Oysa 15 çocuk içinden son dörde kaldı; ama yeterli bulmuyor. Anne, ‘Oyunda kal.’ işareti yapıp hemen oradan uzaklaşıyor. Benjamin’in dedesinden bu davranışından dolayı takdir topluyor.

Gol atmak, gola engel olmak...

Maçta, Oğuz takımının gol yemesini engelliyor. Takım arkadaşları, ‘Oguz, Oguz...’ diye tezahürat yapıyor, Oğuz gururlu. ‘...Ama yine de gol atamadım!’ diyor. Oğuz’a gol atmak kadar, gol yemeği engellemenin de önemini anlatıyoruz maçın sonunda. Çünkü Oğuz, çok iyi yapabildiği pek çok güzel şeyi sıradan görür, yapamadığı bir şey olduğu zaman ise her daim fazlası ile farkındadır. ‘Farkındalık’ başka bir yazımızın konusu.

Dominique... Dominique ismi, kampta herkesin en çok duyduğu isim. Dominique de yenilmeyi, şampiyon olamamayı sevmiyor, diğer tüm çocuklar gibi aslında. Dominique, kaybedip kenara geçerken ortalığa tekmeler savuruyor. Söyleniyor. Annesi hemen kenardan yanaşıp, sırtını sıvazlıyor. ‘Çok iyiydin.’ diyor. Dominique, mola zamanlarında hep top ile oynuyor, devamlı koçtan uyarı alıyor ve oturtuluyor. Dominique maçta ya da ikili mücadelelerde iyi oynamadığını düşündüğü arkadaşları ile dalga geçiyor, arkadaşlarını itiyor...

Koç çocuğun göz hizasına iniyor. ‘Ne yaptığını gördüm. Hemen arkadaşından özür dile.’ diyor. Son derece kararlı bir sesle, bağırmadan, laga luga yapıp lafı uzatmadan. ‘Yaptım, yapmadım, dedim, demedim.’ yok.  (Bu arada koçumuz, 20’li yaşlarının başında bir üniversite öğrencisi...)

Dominique çok ama çok iyi bir futbolcu. Ama Dominique maçtan atılıyor, oyunlarda kenarda bekleme cezası alıyor. 5 dakika, 10 dakika değil saatlerce kenarda bekliyor. Ertesi gün Dominique yine kenardan izliyor. ‘Kampın parasını verdim, çocuğumu oynatacaksın.’ diye bir şey yok. Dominique’in annesi bile bunu biliyor. Dominique, öğrenmiş oluyor ki kurallar herkes için var ve oynamak istiyor ise kurallara uyacak.
 

İstanbul’umuza dönüyoruz. Bakıyoruz ki burada kurallar farklı: Kuralları kendi işine gelirse uygulayacaksın. En çok kimin sesi çıkarsa onun golü sayılır. Topu ayağında en çok kim tutarsa, en çok şutu kim atarsa, en yüksek kimin sesi çıkarsa o çok güvenli, çok iyi bir futbolcudur.

 
Minik Oğuz doğunca ne değişti? Her şey + 2005 yılı Türkiye-İsviçre maçını hatırlıyorum.  Türkiye’de futbolun kuralları farklı. Anne bile bunu artık kabul ediyor.